Hem vatan haini, hem milli kahraman
Talha Uğurluel hocamızın Tuzla'da düzenlemiş olduğu tarih seminerlerinden birindeyim. İçerisi, seminerin başlamasına yarım saat olmasına rağmen tıklım tıklım dolu. Yanımdaki arkadaşla Abdülhamit döneminden bir iki konuyu tartışıyoruz. Önümüzde oturan genç bir adam, sohbetimizden hoşlandı olsa gerek ki, bize birkaç soru sordu. Konu döndü dolaştı İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Enver Paşa'ya geldi. Konuşmalarından muhafazakâr birisi olduğu bariz belliydi. Onun için (genellikle sağ görüşlü zihniyetlerinde ortak düşüncesi) çok sevdiği biricik Osmanlı'sını yıkan adam hainden başka bir şey olamazdı. Hatta o bir ara daha da ileri giderek: "Bütün İttihat ve Terakki üyeleri haindir" dedi. Fakat dün tarih kitapları yazılırken sadece sağ değil, sol görüşteki birçok kimse de biricik Atatürk'lerini kimseyle kıyaslayamadıkları için aynı suçlamaların altına imza atmışlardı.
Bu suçlamaların asıl sebebi ise ya Enver Paşa'yı tanımıyorlar ya da art niyet sahibiler. Enver Paşa daha gençlik yıllarından itibaren Rumeli ve Makedonya'da ayrılıkçı çetelerle durmadan mücadele etmiş ve daha sonradan bilindiği üzere İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılmıştır. Zeki ve bilgili bir asker olması da onun İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde yükselmesine vesile olmuştur. Kendisi Balkanlardaki birçok dili konuşabilen ve strateji alanında uzman bir kişilikti.
O, 23 Ocak 1913'de Bab-ı Ali'ye baskını gerçekleştirirken de, (Burhan Felek anılarında, Beyazıt meydanındayken beyaz bir atın üstünde, elinde kılıçlı olarak gördüğünü söyler.), Osmanlı'yı Birinci Dünya Savaşı'na Almanya'nın yanında sokarken de asla devleti parçalamayı düşünmemişti. Tek hedefi parçalanmakta olan bir imparatorluğu yeniden ayakta tutabilmek istemesi ve bunun da ancak Asya'dan Avrupa'ya uzanan bir Müslüman - Türk birliği ile sağlanacağını düşünmesiydi. Son nefesini bile Tacikistan'da (o zamanki adıyla Türkistan) 1922 yılında Sovyet Kızılordusu'na karşı vermiştir.
Bugün hâlâ birçok tarih kitabında ve bazı tarihçilerce ona hayalperest ve maceraperest denir. Fakat bu yorumları yapanların Birinci Dünya Savaşı dönemini iyice incelemesi gerektiğini ısrarla söylüyorum. Çünkü ortada ne bir macera ne de bir hayal vardı. Onun düşünceleri aslında hayal değil, tam aksine; eğer Birinci Dünya Savaşı kazanılsaydı, galibiyetin doğuracağı sonuçlardı. Düşünün; İngiltere, Rusya ve Fransa bırakın artık anlaşma yapmayı, neredeyse Osmanlı'yı kendi aralarında paylaşır hale gelmişti. Zaten daha önceki yapılan anlaşmalarda elimiz kolumuz bağlanmıştı. Yapılacak bu savaş öncesi son anlaşmada; olsa olsa vatanı teslim anlaşması olurdu. Çünkü zaten Osmanlı yıkılmanın eşiğinde... Ekonomi batmış. Milliyetçilik akımlarının da etkisiyle gerek Balkanlar, gerekse Ortadoğu ve Kuzey Afrika ayrılmak için can atıyor. Kim kaldı geriye; Almanya. Zaten o dönemde sanayisi, ekonomisi ve askeri gücüyle Avrupa'nın en güçlü devleti konumunda. Üstelik sadece Almanya değil, diğer devletler de (İtilaf Devletleri hariç) Osmanlı'yı savaşa sokmak istiyor. Şimdi soruyorum size: Siz olsaydınız ne yapardınız?
Osmanlı'nın son dönemlerini bilenleriniz vardır. Ama yine de hatırlatayım. Malum, imparatorluk çöküş içerisinde. Ekonomi yok gibi, olanlar da ecnebilerin elinde. Hatta o dönemin gözde mesleklerinden casusluğa dahi hiç ama hiç önem verilmiyor (Sultan Abdülhamit'in bile son dönemlerinde kullandığı muhbirler, kurumsal olarak bir yapıda hizmet etmediği için pek sağlıklı olmuyordu). Bu casusluk konusunu da es geçmemek lazım. Çünkü Osmanlı'nın yıkılmasında en büyük role onlar sahipti. İşte burada bir hatırlatma yapalım; ilk casusluk teşkilatını kuran da Enver Paşa'ydı. (Teşkilat-ı Mahsusa.) Her neyse, üzülerek söylüyorum ki, imparatorluğun son iki-üç asrında, bazı padişahlar devletin o eski ihtişamlı günlerini hayal eder ve o gün devletin içinde bulunduğu zor döneme sebep olanları suçlardı. Aradan kaç asır geçti ama bugün hâlâ aynı geleneği bizim toplumumuzda ve yöneticilerimizde görebilirsiniz. İşte Osmanlı yıkıldığında bir hain ve suçlu lazımdı ki, millet rahat etsin. O hain de başarısız bir komutan olan Enver Paşa oldu. Koskoca imparatorluğu bir Enver Paşa yıkmıştı sanki. Diğer nedenler değil de, en çok bu ilgilendirir oldu bazı tarihçileri.
Bugün artık son padişah Vahdettin hepimiz tarafından hain değil, mecburi olarak sürgüne gönderilen bir padişah olarak kabul görmekte. Aynı şekilde neden Enver Paşa'ya bir merhamet eden yok?
En çok üzüldüğüm de, Laik Cumhuriyeti yıkıp yerine Sosyalist düzeni getirmeye çalışan, polis vurup karakol basan, banka soyan bazı insanlar bu ülkede bugün iyilik meleği, barış elçisi, kardeşliğin temsilcisi ve neredeyse kahraman gibi lanse edilirken; yıllarca dağlarda gecesini gündüzüne katıp bu vatan uğruna canını vermiş bir asker hain ilan ediliyor ve tarihini bilmeyen yeni kuşaklar da onu hain olarak tanımaya devam ediyor. Nedense o ilklerin yönetmenleri; olmayan kahramanlıkları ekranlarda göstermekten fırsat bulup da Enver Paşa için bir belgesel yapamadılar. Hatta bırakın onları, birçok aydınımız bu konuda bir tek makale yazmadı. Bilindik bir kıyamet alameti bu durumu açıklar gibi: "Dünün hainleri bugün kahraman, kahramanları ise hain olacak."
Her şeyi anlarım da, muhafazakar kesimin bu suçlamaları yapmasını asla anlamıyorum. Daha küçüklüğümüzden beri bize birini suçlamadan önce on kere düşünülmesi gerektiğini söyleyenler, Enver Paşa'nın hakkını nasıl ödeyecekler, orası da ayrı bir muamma.
Sağ olsunlar Kurtlar Vadisi senaristleri üç yıl önce Polat Alemdar'a mahkemede Enver Paşa ile ilgili birkaç açıklama yaptırtmıştı da, ondan sonra birilerinin aklı başına gelmişti. Polat karakteri mahkemede; "Hainle kahraman arasındaki farkı tarih belirler. Tarihe nereden bakarsak gerçek odur" dedi ve ekledi: "Enver Paşa; 1907'de eşkıya, 1908'de hürriyet kahramanı, 1914'de Başkomutan vekili, 1918'de sürgünde bir komutan, 1923'de vatan haini ilan edildi."
Daha sonra Zaman gazetesinde Osman İridağ'ın, Enver Paşa'nın torunuyla yaptığı röportajda bazı gerçekler ortaya çıkmış ve tekrar birilerine hatırlatılmıştı. Tıpkı torununun da dediği gibi: "Atatürk'ü Çanakkale'ye Enver Paşa yollamıştı." (6 Mayıs 2006)
Bugün İlber Ortaylı başta olmak üzere pek çok tarihçi de Enver Paşa'nın hain olmadığını açıkça dile getirmiştir. Hatta İlber Hoca'nın da dediği gibi; "Otuz üç yaşında Harbiye Nazırı olmuş birisinin hata yapmaması imkânsızdır."
Ayrıca Sarıkamış'ta şimdilerde abartıldığı gibi doksan bin değil, yaklaşık otuz bin civarı askerimiz şehit olmuştur. Sarıkamış'ta olan faciayı Enver Paşa'nın üzerine yıkmak çok büyük bir haksızlıktır. Bugün birçok komutan da kabul etmiştir ki, Enver Paşa'nın yapabilecek pek bir şeyi yoktu. Zaten Karadeniz'de batırılan erzak gemileri aç ve yarı çıplak olan askerlerin daha fazla beklemesini önlemişti.
Bizde vatan haini ilan edildi ama bugün Ermenistan ve Rusya'ya karşı verdiği mücadele sayesinde Azerbaycan'ın milli kahramanlarından birisidir Enver Paşa. Siz tarihte başka bir hain daha gördünüz mü; vatan haini ilan edildikten sonra bile o millet için savaşan ve o millet için canını veren? Üstelik defalarca da er olarak da olsa, vatanı uğruna orduda yer almak istediğini karşılık alamadığı mektuplarında yazmışken...
Bütün bunlara rağmen benim asıl merak ettiğim, eğer Birinci Dünya Savaşı'nı Almanya ile birlikte Osmanlı kazansaydı, bugün ona hayalperest, maceraperest ve vatan haini diyen bir tek kişi kalır mıydı? Ben yine halka kızmıyorum! Hâlâ 1923'ten kalma düşünceleri ezberleyen ve yorum yapmaya aklı ermeyen tarihçilerimiz dururken...
3 Ağustos 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder