Barışı soyut bir kavram olarak savunmayan kişiye ben daha rastlamadım.
Kim kalkıp da "Bırakalım insanlar birbirini öldürmeye devam etsin, katliamlar ilelebet devam etsin" der ki? Dolayısıyla önemli olan soyut barışseverlik değil, önümüzde duran somut durumda barışın nasıl sağlanacağı konusunda gerçekçi bir düşünce ortaya koymaktır.
Bugünler yine soyut barış temennilerini bolca işittiğimiz bir dönem.
Mesela Ahmet Türk... Aylardır barış diye çırpınıyor. Son konuşmalarından birinde, "Yeter ki barış gelsin, biz bütün faili meçhul cinayetleri de, Diyarbakır Cezaevi'nde çektiklerimizi de unutmaya hazırız" diyor. Ben Türk'ün kanı durdurma isteğindeki samimiyetine elbette inanıyorum.
Ama acaba sunduğu barış planı ne kadar gerçekçi?
Ahmet Türk, "herkes elini tetikten çeksin" derken, şunu görmek zorunda ki, bir ülkenin dağlarında yasadışı bir örgütün silahlı adamları dolaşıyorsa, o ülkenin güvenliğinden sorumlu güçler ellerini tetikten çekemez. "Varsın dağlarda dolaşsınlar, varsın ellerindeki silahlarla tehdit ve şantaja devam etsinler, ben onları etkisiz hale getirmeye çalışmayayım; oturup barışı bekleyeyim" diyemez. Bunu derse kendi görevini yapmamış, varlık sebebini inkar etmiş olur. Hele hele o silahlı adamlar bir yandan barıştan bahsederken bir yandan gün aşırı sekiz on askerimizi acımasızca katlediyorsa, böyle bir ortamda her iki tarafı aynı kefeye koyup "İki taraf da elini tetikten çeksin" demek; PKK şiddeti bitirmeden, silah bırakmadan güvenlik güçlerinin operasyonları durdurmasını beklemek; böyle bir şart koşmaya kalkmak, yapılan bütün barış çağrılarının havada kalması demektir.
Bugün kanı durdurmak isteyenlerin yüzlerini dönmeleri gereken yer PKK'dır. Barış istiyorsa, PKK silahı bırakmalı, devlet de eş zamanlı olarak toplumsal barışı sağlayacak bir af üzerinde çalışmalıdır.
X x x
Meseleyi çıkmaza sokan bir başka tutum da, PKK meselesinin bitirilmesiyle Kürt sorununun çözülmesini birbirine karıştırma tutumu.
Silah bırakma ve af, PKK sorununu çözmek ve şiddeti sonlandırmak için karşılıklı atılması gereken adımlar. Kürt sorununun çözümü ise çok daha karmaşık, çok daha uzun süreye yayılması beklenen ve en önemlisi de muhatabı farklı olan bambaşka bir süreç. Savaşı bitirmek için çeşitli devlet kurumlarının dolaylı biçimde de olsa PKK'yı muhatap almaları kaçınılmaz. Bugünlerde sık tekrarlanan bir deyişle, kiminle savaşıyorsanız, barışı da onunla imzalamak zorundasınız.
Peki bu durum, PKK'dan çok önce başlayan ve PKK tasfiye edildikten sonra da sürecek olan Kürt sorununu da PKK'yla pazarlık ederek çözeceğiz anlamına mı geliyor?
PKK'ya sorarsanız, evet!
Karayılan iki gün önce Hasan Cemal'le konuşurken "bağımsız devletten vazgeçtik, adem-i merkeziyetçi bir yönetim tarzı yeter" diyor. Ertesi günü yabancı basına verdiği bir başka demeçte ise fikir değiştirmiş; İskoç Modeli'nden, bir Kürt parlamentosundan söz ediyor.
Peki bu Karayılan, Kürt ve Türk halklarının bundan sonra nasıl bir yapı içinde birlikte yaşayacaklarını dikte etme hakkını nereden buluyor? Kürtlerin büyük çoğunluğunun federasyon mu, özerk bölge mi, bağımsızlık mı, adem-i merkeziyetçi bir yapı mı istediklerini nereden biliyor? Referandum mu yapmış? Nasıl oluyor da bütün Kürtler adına konuşabiliyor? Nasıl oluyor da "Kürt sorununun çözümü konusunda muhatap alınmayı bekliyor?"
Türkiye'de Kürt sorununun çözümünde başka modelleri savunan başka Kürt hareketleri de var. Mesela Hak-Par yıllardır federasyonu savunuyor. Bir başka Kürt hareketinin önemli isimlerinden Kemal Burkay, Karayılan'ın sürdürdüğü "model" pazarlığına karşı çıkarken "PKK'nın Kürtleri ölmüş eşek fiyatına sattığını" söylüyor.
Şimdi bir an için devletin Hak Par'ın ya da Kemal Burkay takipçilerinin "çözüm" önerilerini dikkate almayıp da PKK'nınkini kabul ettiğini düşünün. Bu durumda şimdiye kadar taleplerini demokratik sınırlar içinde ortaya koyan Kürtler cezalandırılırken isteklerini şiddet yoluyla dayatanlar ödüllendirilmiş olmaz mı? Ve yarın öbürgün diğer Kürt akımları da kendi isteklerini şiddet yoluyla ortaya koymaya kalkmaz mı?
Tekrar ve net bir biçimde koyalım: PKK'nın silah bırakma karşılığında bu toplumdan bekleyebileceği en büyük alicenaplık geniş kapsamlı bir aftır. Affa uğramış eski PKK'lılar ilerde elbette siyaset yapabilir ve Kürt sorunu konusundaki çözüm önerilerini siyaset zemininde ortaya koyabilirler. Ama bugün Türkiye halkına silah tehdidiyle herhangi bir "çözüm" dayatamazlar.
Bu çözümü bulup çıkaracak; kendi yapısına en uygun birlikte yaşama modelini oluşturacak olan iki halktır; iki halkın önderleri, siyasetçileri, demokratik kuruluşlarıdır. Barış ortamı sağlandığında ve bütün temsil kanalları açıldığında başlayacak olan demokratik bir tartışma süreci içinde ortaya çıkacaktır çözüm formülü.
O yüzden de Öcalan ya da Karayılan, böyle zafer kazanmış milli mücadele kahramanları edasıyla model pazarlıkları yapmayı bir yana bırakıp kendi paçalarını kurtarmaya çalışsalar iyi ederler. Böylece kanı durdurmak için, toplumsal bir barış için kapsamlı bir affa sıcak bakmaya başlayan kamuoyunu da tekrar karşılarına almamış olurlar.
Gülay Göktürk
31 Mayıs 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder