20 Mart 2009 Cuma

Eskiden galipler sakin, yenilenler hırçın olurdu...

Genel olarak bir mücadelenin taraflarından hangisi galip gelirse o sakin görüntü verir, yenilen taraf ise hırçınlaşır.
Türk siyasetinin son yarım yüzyılını değerlendirdiğiniz zaman, sivil demokrasiden yana olanların ve halk iradesinin üstünlüğünü kabul edenlerin galip geldiklerini görmemek imkânsızdır.
"Devlet" ve "Rejim" adına kendilerini halk iradesinin üzerinde bir yere konumlandırmış olan oligarşi, neticede çoğulcu demokrasinin sonuçlarına katlanmak noktasına gelmiştir.
Dahası var mı?
Eşlerinin başı örtülü olan milletvekilleri, iki yıl önce Çankaya'ya eşsiz davet edilirlerdi.
Oysa şimdi Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan Başbakandır.
Bunun da ötesinde yakın geçmişte devletin sahibi olduklarını zannederek yasaların dışına çıkabileceklerini sanan asker ve sivil kadroların hem eylemleri hem de darbe girişimleri bir yandan teşhir edilmekte, aynı zamanda yargı önünde kovuşturulmakta.
Daha da önemli bir durum var.
Başbakan Erdoğan tarafından belirlenen dış politika çizgisi dünya konjonktürü ile izdüşümüne girmiştir. Türkiye şu anda Amerika'nın ve genel olarak Batı'nın yükselen değeridir.
Yeni ABD Başkanı Obama'nın ilk ziyaret edeceği ülkeler arasındadır Türkiye.

Gündem yoğun
Bu arada kronik bir kriz konusu olan Güneydoğu Sorunu ve Kürt Realitesi alanında, eskiden hayal bile edilemeyen olumlu adımlar atılmaktadır.
Sivil ve demokratik siyasetin girdiği alanlar genişledikçe, bölücü terörün alanı daralır.
Kısacası Türkiye'de sivil ve çoğunlukçu demokrasiyi savunanlar şu anda galip durumdalar.
Bundan sonra gündemde yapısal hukuki ve siyasi reformların gerçekleştirilmesi, hukukun üstünlüğünün kalıcı bir sistem haline getirilmesi, idarenin şeffaflaştırılması bulunmalıdır. Ayrıca global ekonomik krizin Türkiye'ye yansımalarını asgari düzeyde tutmak gibi zor bir gündem maddesi daha var önümüzde.
Siyasi mantığın ve aklın gereği budur.
Ama görünürdeki tablo böyle değildir.
Galiplerin ağırbaşlı sükûneti içinde bulunması gereken kesimler, müthiş bir hırçınlık içindedirler.
Siyasal sükûnet ve istikrar ortamına en fazla ihtiyaç duyması gereken iktidar, hemen yakın gelecekteki bir genel yerel seçim dolayısıyla zaten gergin ve kamplaşmış bir zemine sürüklenmiştir.

Kamplaşma alışkanlığı
Ama seçimle ve aktif siyasetle ilgisi olmayan kesimlerden bir bölümü de öylesine öfkeli bir telaş içinde "Ergenekon" diye bilinen davaya yaklaşmaktadırlar ki, kendilerini sivil ve demokrat olarak gören ve darbecilerin cezalandırılmasını bekleyen insanlardan bazıları da, bu davada hukukun ve adaletin gerçekleşmesinden ziyade bir kampın diğer kampı ezmesinin beklendiği izlenimine kapılmaktadırlar.
Nasıl geçmişte Anayasa Mahkemesi'nin tarafsız görüntüsü zedelendiyse, şimdi aynı tehlike darbe girişimlerini kovuşturan mahkemeleri de beklemekte.
Kimlik ve kişiliklerini ancak bir kampın veya bir sürünün içinde bulabileceklerini zanneden yeni yetme demokratlar da kendilerini ona buna "Sen demokratsın, sen değilsin" fetvaları vermeye ehil görmeye başlamışlardır.
Oysa demokrasiyi rejimin tehdidi olarak gören kesim de "Sen laiksin, sen değilsin" diyerek önce kamplaşmanın sonra da cuntacılığın altyapısını oluşturmuşlardır.
Aklın ve siyasi mantığın gereği, hukuka ve sivil demokrasiye inananları ortak heyecanlarda birleştirmek, kamplaşmalardan kaçınmak ve hukuka saygının anayasal demokrasinin ön şartı olduğunu vurgulamaktır.
Dilerim 29 Mart ertesinde önce aktif siyasetin gündemi yumuşar sonra da gerginlikte ve kamplaşmada varlık sebeplerini arayanlar bu tutumlarını değiştirirler.

Mehmet Barlas

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder