17 Mart 2009 Salı

Nereye gidiyoruz?

Bir yapı market firmasının reklamıydı: Kadın alışverişten çıkıyor, ellerindeki poşetlerle arabada bekleyen kocasının yanına doğru koşturuyor ve elinde tuttuğu faturayı göstererek bağırıyordu: "Haydi, biran önce gidelim..." Verilmek istenen mesaj şuydu: Bu yapı marketin fiyatları öylesine ucuzdur ki, aldıklarınıza az ödeme yaptığınızda, faturanızda bir yanlışlık olabilir hissine kapılabilirsiniz... Ama, siz ardınıza bile bakmayın, oradan sıvışın.

Reklamların bile sosyolojik olarak nasıl bir dönüşüm yapmaya çalıştığını bundan daha güzel anlatan bir kare yoktur herhalde. Vahşi kapitalizm içimize öylesine işledi ki, artık, geçmişe ait değerlerimizden eser kalmadı. Dünyayı bize sunulan değerlerle, kavramlarla izah etmeye çalışıyoruz. Kazanmak, kazanmak, sürekli kazanmak. Başkalarına yaşam hakkı tanımayan bir rekabet içinde olmak. Kanaatkarlık, tevazu, diğergamlık yok oldu. Enaniyet, bencillik, egoizm damar damar içimizi sardı. Çünkü, dünyayı sadece maddeden ibaret gören bir anlayışın gayya kuyusuna düşürüldük. Vicdan yokoldu.... Kendimizi anlamlandırabileceğimiz kavramlar hayatımızdan çıkarıldı. Kimliklerimizi başkaları biçiyor bize. Neyi satın almamız gerektiğini, niçin satın almamız gerektiğini onlar önümüze koyuyorlar. Medya manivelasıyla zihinlerimiz dönüştürülüyor. Hayatları mantar tiplerle oluşturulan senaryolara esir ediyorlar. Her akşam evlerimize giren tuzu kuru tiplerin hayatları, gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan senaryolar, yarışmalar, tartışmalar her şeyimize müdahale ediyor.

İnsanlar, artık ekranlarda gördükleri yaşamlara özenen, kendi kimliğinden memnun olmayan zombilere dönüştürülüyor.

Dikkatinizi çekiyor mu? Özellikle son dönemde, gasp, tecavüz, hırsızlık, arsızlık konularında mahkemelere sevk edilen insanlara bakın... Yüzlerini gizleme gereğini bile duymuyorlar. Bir zamanlar gazetelerin üçüncü sayfalarının manşeti olan bu tür haberler, artık vaka-i adiyeden sayılır oldu. Ders verdiği minicik çocuğun ırzına tasallut eden öğretmenler bile türedi memlekette. Bu ne pespayeliktir... Bu ne ahlaksızlıktır...

Nereye gidiyoruz? Özümüzü kaybediyoruz... Bir toplumu ayakta tutan değerler, siyaset, ekonomi değerleri değildir. Bir toplumun çimentosu ahlaktır... Bir toplumun çimentosu, saygıdır, sevgidir, hoşgörüdür, iffettir, ardır, namustur, hayadır. Eğer bu değerleri kaybederseniz, o toplumu ayakta tutabilmenin imkanı yoktur.

Bir zamanlar TRT'li dönemde Dallas dizisiyle evlerimize giren türlü ahlaksızlıklar ve Ceyar'la özdeşleşen kötülükler vardı. Şimdi, en çok reyting getiren dizilerimizde bu tür ahlaksızlıklar, kötülükler, pespayelikler çok matah bir şeymiş gibi bizlere yedirilmiyor mu?

Ne günlere kaldık? Misafir ağırlama geleneğimizin en güzel timsali olan sofralarımızı bile birbirimize karşı puan kapma yarışına, reyting oyuncağına döndürdük... Allah'ın nimetini yerden yere vurup, puanlamayı hüner saydık. Fakirliği, fukaralığı, acıyı kutulardan devşirip para kazanma materyali yaptık. En kutsal değerlerimizden izdivacı bile reytinge kurban ettik. Türkiye, çok tehlikeli bir eşiğe doğru hızla yolalıyor.

Bu eşik, değerlerlerini, kutsallarını, ahlakını, iffetini elinin tersiyle iten, kayıp bir kuşağın eşiği olacak... Bizden söylemesi!


Nedim Odabaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder