Kürt sorunu: Çözüm yanılgıları, çözüm kozları...
Kürt sorununun bu kadar ‘geniş bir katılımlı’ tartışıldığı pek az dönem var. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ara ara verdiği çözüme yönelik ‘iyimser mesajlar’ ve ‘çözüm fırsatı’nın ortaya çıktığına ilişkin açıklamalar ‘askeri olmayan çözüm’ umutlarını canlandırmış durumda.
‘Askeri olmayan çözüm’den çok geniş bir çoğunluğun anladığı PKK’nın silahlarını bırakması, ‘silahsızlanması’ ya da ‘silahsızlandırılması’.
PKK’ya yakın ya da PKK etkisindeki çevreler için ise, ‘askeri olmayan çözüm’e doğru yol alabilmek için, yani PKK’nın ‘silahsızlanması’nın konuşulur hale gelebilmesi için öncelikli olan PKK’ya karşı ‘askeri operasyonların durdurulması’. Bu sağlandığı takdirde, PKK’nın silahsızlandırılmasının konuşulabileceğini ima ediyorlar. PKK’nın askeri lideri Murat Karayılan, bunu imanın ötesinde, Hasan Cemal söyleşisinde Kandil’de açıkladı.
Hükümetin ‘çözüm isteği’ne sahip olduğuna kuşku yok ama raflarda da tutsa bir ‘çözüm plânı’ bulunduğu kuşkulu. Hükümetin PKK’yı muhatap olarak düşünmediği anlaşılır bir tavır ama PKK ile ‘organik ilişkileri’ inkâr edilemeyecek olan ve yasal zeminlerde siyaset yapan DTP’yi de dışlamasıyla çözüm doğrultusunda nasıl yol alabileceği anlaşılamıyor.
Başbakan, tam tersine DTP ile ‘yumuşama sinyalleri’ vererek Abdullah Gül’ün uyandırdığı umutları beslemek yerine, DTP ile bildik-tanıdık polemiği canlandırarak,
o çizginin tecridi üzerinden sonuç almayı hesaplıyor olmalı.
Başbakan ile Genelkurmay Başkanı’nın (ya da kurum olarak Silahlı Kuvvetler’in) ülke gündeminin bu maddesine ilişkin görüş ve anlayış birliği içinde oldukları spekülâsyonu orada-burada işitiliyor. Genelkurmay Başkanı, bu konuda görüşlerini açıklamış olduğu için, elimizde bir ipucu var.
***
Orgeneral İlker Başbuğ, daha önce de çeşitli vesilelerle açıkladığı bu konudaki görüşlerini, son kez Amerika’da iken de seslendirdi. Şöyle dedi:
“...TSK olarak bizim tutumumuz çok açık. Kültürel özgürlüklere evet. Bireysel kalmak şartıyla. Devlet kültürel özgürlüklerin önünü açabilir. Bunun dışında, yok toplumsal haklar vesaire gibi düşüncelerin biz yanında değiliz. TSK olarak bizim için önemli olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren var olan iki niteliğidir. Biri ulusdevlet, ikincisi üniter devlet. Biz ne ulusdevletin çivisini oynatma konusunda tavır alırız ne de üniter devletin. İnsanlar Kürtçe öğrenmek isteyebilir. Açar kursunu. Genel prensip çok açık, net. Kültürel özgürlüklerin önünü açarsınız...”
Bu hükümetin görüşleri ve yaklaşımını da bire bir yansıtıyor mu? Bilemiyoruz. Ancak, daha önce de Orgeneral Başbuğ’dan duyduğumuz bu görüşler ile Kürt sorununun çözümü doğrultusunda yol alınabileceği düşünülüyorsa, işte burada hataya düşülüyor demektir.
Türkiye’deki Kürt sorununun ‘kimlik sorunu’ boyutu, Kürtlerin Kürtçe öğrenme ihtiyacının karşılanması ve aralarında Kürtçe konuşmalarına izin verilmesi değil.
Kürtçe kurslarını büyük bir atılım zannetmek yanılgısına daha önce de düşüldü. Batman’da açılan kurslara pek kimsenin devam etmediği görülünce şaşırıldı. Kürtlerin anadili zaten Kürtçe, niçin Kürtçe öğrenmek için kursa gitsinler. Onlar Kürtçe’yi biliyorlar. Öğrenmelerine gerek yok.
Konu, kimlik hakları ile ilgili. Türkiye’de Kürtlerin ‘Kürtçe öğrenim’ hakkı var mı? Bu, ‘grup hakları’na girer dolayısıyla ‘kültürel özgürlükler’in ‘bireysel kalması’ anlayışına aykırıdır derseniz yok.
Ülkemizin Kürt yoğun yerleşimlerinde yerel yönetimlerin çift dilli hizmet vermesini, yol işaretleri gibi levha ve tabelaların Kürtçe de yazılabilmesi kabul görüyor mu?
Zira bu da ‘kültürel özgürlükler’in ‘bireysel kalması’nı aşarak ‘grup hakları’ içinde mütalaa edilebilir.
Kürt vatandaşlarımız değiştirilmiş yer isimlerinin iadesini toplu olarak talep etseler, bu da ‘grup hakları’ çerçevesi içinde görülmez mi?
Bu tip ‘temel haklar’ şayet ‘ulus-devletin çivisini çıkartmak’ ve ‘üniter devleti zaafa uğratmak’ gibi görülerek, ‘kültürel özgürlüklere bireysel kalmak kaydıyla evet’ argümanıyla yerine getirilmeyecekse, Kürt sorununun ‘askeri olmayan çözümü’nü yakın gelecekte hayal bile etmemek doğru olur.
***
Genelkurmay Başkanı, ‘üniter devlet’in korunması gerekçesini vurgularken, Yugoslavya’nın başına gelenleri örnek göstermiş. Yani, Yugoslavya gibi olmamak için, etnik grup haklarından ve ademî merkeziyetçi yapıdan uzak durmak gerek veya bunları önlemek gerek diye bir sonuç çıkarabiliriz.
Ne var ki, Türkiye’nin kurak fikir ortamında birçok şey gereği gibi tartışılmadığı için Yugoslavya’nın niye öyle kanlı bir savaştan sonra dağıldığı ve ortadan kalktığı da doğru dürüst konuşulmadı ve ‘üniter devletin faziletleri’ne örnek gösterilir hale geldi.
Oysa Yugoslavya, farklı etnisitelere dayalı bir federal yapı olduğu için savaşla parçalanıp dağılmadı. Soğuk Savaş sona erdiği, Yugoslavya adındaki yapıyı bir arada tutan ‘sosyalizm’ çöktüğü için parçalandı. Yugoslavya’yı federal yapısı içinde birarada Yugoslavya Komünistler Birliği adındaki ‘tek parti’ rejimi ve sosyalizm ideolojisi idi. Ülkenin kurucu lideri Tito’nun 1980’de ölümünün ardından, 1989-1991 aralığında Soğuk Savaş’ın bitimiyle, sosyalizm ideoloji olarak Yugoslavya’yı bir arada tutan zamkı çözdü. 1992’de Yugoslavya’yı dağıtan savaşlar başladı. Önce Slovenya, sonra Hırvatistan ve Bosna-Hersek ve 1999’da Kosova ile.
Örnek doğru bir örnek değil. 28 eyaletten oluşan, sekiz ayrı dini inanç ve sayısız dil grubunun yer aldığı dünyanın en büyük yedinci coğrafyasında kurulu, dünyanın 1.1 milyar nüfusla en kalabalık ikinci ülkesi Hindistan niçin dağılmıyor?
Orada, ülkeyi bir arada tutan zamk, parlamenter demokrasi!
Aslında Türkiye’nin Kürt sorunu, bazı bakımlardan çözüm avantajına sahip. PKK’nın İmralı’daki lideri ‘Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınması’ndan -üstelik Kürt sözcüğü bile kullanılmadan- öteye bir şart koşmuyor. Kandil’deki askeri lideri ise üzerine basa basa ‘üniter devlet’i kabul ettiklerini bildiriyor.
Bütün bunları çözüm doğrultusunda ‘koz’ olarak değerlendirmek çok zor olmamalı. Çok zor gelmemeli...
9 Haziran 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder