27 Nisan 2009 Pazartesi

Bu açıklamanın altından nasıl kalkılır?

24 Nisan'da ABD'den gelecek açıklama yıllardır büyük bir heyecanlı bir bekleyişe neden oluyor. ABD Başkanlığı koltuğunda oturan kişi acaba bu yıl “soykırım” sözcüğünü telaffuz edecek mi?

Geriye gidince, konuya ilişkin ilk yazımı (galiba) 2001 Nisanı'nda yayımlamışım. Başkanlık koltuğunda oturan Bush'un açıklamasında o malum sözcüğün geçmemesi yine sevinçle karşılanmış. “Böylece bu yılki 23 Nisan kutlama şenliklerine, her yıl elimiz yüreğimizde beklediğimiz '24 Nisan'ın moral bozucu gölgesi düşmemiş oldu. İşte sonunda başarılı olmuş, 'Ermeni soykırımı' meselesini Ortaçağ'ın 'Tanrı ispatları' tartışmalarına dönüştürmeyi başarmıştık” diye yazmışım. ABD Başkanı o yıl herkesi şaşırtarak 'Techir'i “annihilation” sözcüğüyle adlandırınca “Türk medyası” derhal sözlükleri önüne açarak bu sözcüğün Türkçe hangi anlamlar taşıyabileceğini açıklamaya koyulmuş. Söz konusu sözcük “yok etme” anlamına geliyorsa da, Bush'un açıklamasında “soykırım” sözcüğünün yer almaması memnuniyet verici olarak değerlendirilmiş.

Konuya ilişkin sonraki yazılarımın birinde de şöyle yazmışım: “Ama düşünün, bu ne tahammülü zor, bu ne acı veren bir kaderdir! Çünkü yıllar yılları izlediği için '24 Nisan'lar da '24 Nisan'ları izlemektedir. Ne yapmalıdır da bu döngüsel akışın önü alınmalıdır? Takvimlerden '24 Nisan'ı çıkartmanın bir yolu yok mudur acaba? Türkiye henüz anlamamış olsa da maalesef yoktur! Yıllar yılları, '24 Nisan'lar '24 Nisan'ları izleyecektir. Ne yapabiliriz, bütün kabahat 'yıldönümü' denilen şeyi icat edenlerde tabii ki…”

İşte böyle; yakın tarihimizde yıllarımız-nisanlarımız önceki yıl bir haber başlığında kullanılan ifadeyle, “ABD Başkanı George Bush, yayınladığı senelik 24 Nisan mesajında geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da 1915 olayları için 'soykırım' sözünü kullanmadı” tesellisi ile geçmiştir.

Peki bu yıl durum farklı mı?

“Farklı” diyebiliriz. Obama da bu yıl, “soykırım” sözcüğünü selefleri gibi kullanmaktan imtina etse de, meseleyi seleflerinden daha etraflıca değerlendirdiği için olsa gerek beklenen “sevinç” gösterilerine şahit olamadık. MHP Genel Başkanı haklı; Obama'nın 1915 için yaptığı değerlendirme gerçekten “çok ağır” ifadeler barındırıyor. Şu ifadelere bakın:

“Bundan 94 yıl önce, 20. Yüzyıl'ın en büyük katliamlarından biri başladı. Her yıl, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde 1.5 milyon Ermeni'nin katli veya ölüme yürümesini anıyoruz…”

“1915'in korkunç olayları, insanoğlunun kendi türüne zulmünün en karanlık olasılıklarını anımsattığı gibi…”

Gerçekten “çok ağır” ifadeler bunlar.

Hatırlıyorsunuz; önceki Başkanlar da “katliam”, “kıyım” gibi yine “ağır” sözcükleri kullanmaktan çekinmemişlerdi. Ama bu yıl ki açıklama -nedenleri ne olursa olsun- bir başka “çok ağır” nitelikte doğrusu.

Düşünebiliyor musunuz; 1915 olaylarından “20. yüzyılın en büyük katliamlarından biri” olarak söz ediliyor. Yani bir bakıma 20. yüzyılın iki büyük katliamı olan Nazi ve Sovyet örneklerinin yanına yerleştirilen bir katliam.

İsterseniz burada biraz duralım.

Obama'nın bu değerlendirmesine şöyle bir itiraz mümkün: “Totalitarizm”in doğum asrı olan 20. Yüzyıl'ın büyük katliamları (Nazi ve Sovyet örnekleri) ile 1915 katliamını aynı düzlemde değerlendirmek doğru olmasa gerek. Çünkü totaliter sistemlerde karşımıza çıkan soykırım-katliam tanımı (ve tabiatı) gereği 1915 katliamından farklıdır. Totaliter sistemleri belirleyen “tek parti”, “tek ideoloji” gibi 20. yüzyılda karşımıza çıkan temel nitelikler 1915 katliamının gerçekleştiği Osmanlı sisteminin yabancısıdır. Dolayısıyla, 1915'i Hannah Arednt'in kullandığı bir terimle söyleyecek olursak “eski tip cinayetler ya da katliamlar” sınıfı içinde değerlendirmek gerekiyor sanki.

Tamam, 1915 olaylarını planlayan ve gerçekleştiren “ideoloji” Osmanlı sisteminin o güne kadar yabancısı olduğu bir siyasi-ideolojik nitelik taşıdığı için söz konusu katliamı tamamen “eski cinayetler” faslı içine yerleştirmek doğru olmayabilir. Ama her şeye rağmen aradaki farkı da unutmamamız gerekmiyor mu?

1915 katliamının 20. yüzyılın eseri olan totaliter sistemlerin uyguladığı katliamlardan ayrı olarak değerlendirilmesi -farkında değiliz ama- resmi ve sivil Türkiye açısından, bu büyük felaket ile hesaplaşabilmek açısından olumlu bir noktadır. Çünkü sonuç olarak, totaliter bir sistem dairesinde gerçekleşmemiş olan bu büyük felaket, totaliter sistemler dairesinde gerçekleştirilen soykırım-katliamlarda olduğu gibi “toplum”u içinden çıkılması gerçekten zor (Almanya'nın bu alanda verdiği büyük uğraş örneğinde olduğu gibi) sorularla karşı karşıya bırakmayabilir. Tamam, “toplum”un bir kesimi (ne kadar?) Tehcir'den sonra ele geçirdiği mal mülkten dolayı; bir diğer kesimi silahsız masum insanlara uyguladıkları şiddetten dolayı; bir başka kesimi bu olaydan idari-siyasi çıkar sağlamaktan dolayı totaliter sistemlerde olduğu gibi büyük sorularla baş başa kalacaklardır. Ama “toplum”un büyük bölümünün devlet tarafından zihinlerine yerleştirilmiş bir “adaletsizlik” duygusunu üstlerinden atmaları mümkündür.

Etyen Mahçupyan da dünkü yazısında (Taraf) bugünün Türkiyesi'nin niçin “hukuktan, haktan, vicdandan yana olan, Ermeni komşularını koruyup sakınmış olan 'Türklerle' değil de ; cinayet işlemiş, zulüm yapmış, ırkçı bazı 'Türkler'le” özdeşleştirildiğini sorgularken benzer bir değerlendirmede bulunuyordu.

Demek ki bu meselenin çözümü de, “toplum”un kendi adına tarih yazanların vesayetinden kurtulup, özerkliğinin bir sonucu olarak geçmişini ve bugününü gözden geçirebilecek, yarını için hayaller kurabilecek bir noktaya gelmesinde yatıyor.

Kürşat Bumin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder