Varlığını ve meşruiyetini bir "düşman"a, "öteki"ne ve "karşıtlar"ına dayandırmış olanların sürekli başkalarının davranış ve emellerine göre kendilerini konumlandırmaya yönelmiş oldukları dikkatten kaçmıyor. Bu durum hem birey düzeyinde, hem toplumsal düzeyde, hem de millet ve devlet düzeyinde kendisini ele veriyor. Hatta bunun boyutu zaman zaman öyle bir aşamaya varıyor ki "öteki" algılaması ve buna karşı konumlanma bir tür paranoyaya dönüşüyor.
Mesela İsrail'in ta kurulduğu tarihten bu yana bölgede yürüttüğü politikalara bakıldığında Filistinlilere karşı takındığı tutumun açıkça "öteki"ne veya "düşman"a karşı izlenen siyasaların paranoya halinin bir ürünü olduğunu görmek zor değil. Süreklilik kazanan bu ilişki ve bakışta İsrail'in "düşmansız" varolması mümkün mü sorusu öne çıkıyor. Gerçekten de olağanüstülüklerin normalleşmesi, daha doğrusu olağan hale gelmesi ile "düş man"a karşı konumlanma halinin normal bir durummuş gibi algılanmaya başlanması hali "düşman" veya "öteki" olmaksızın var olunamayacağı, bu çerçevede oluşturulmuş her türlü yapı ve zihniyetin anlamsız hale geleceği şeklinde ciddi bir realite belirmektedir.
Bu durumun en somut olarak ortaya çıktığı ortamlardan biri de Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte bu dönemdeki organizasyonların ve buna göre oluşmuş zihniyetlerin meşruiyet zeminini kaybetmeleriyle yaşanmıştır. Hatırlayalım Soğuk Savaş'ın en önemli özelliği Batı dünyası için Sovyetler Birliği'nin, Sovyet dünyası için de Batı dünyasının "düşman", "öteki" ve "karşıt" olarak algılanması ve bunlardan gelecek her türlü tehdit ve saldırılara karşı her düzeyde tedbirlerin alınmasıydı. Bunca silahlanma, nükleer silah üretimi, akıl almaz projeler, teknolojik yarış ve benzeri durumların temelinde "düşman" veya "karşıtlar"la ilgili algı yatmaktaydı. NATO ittifakı içindeki ülkelerde sürekli olarak Sovyetler'den gelecek saldırı ihtimali tekrarlanıp dururken karşıt tarafta da Batı/Kapitalist dünyadan gelecek tehditlere karşı tedbirler alınmaktaydı.
Bunun en çarpıcı örneklerinden bir diğerini Arnavutluk uygulamasında görmek mümkün. Arnavutluk'ta "düşman" algısı öylesine abartılmıştı ki Enver Hoca döneminde ülkenin her yerinde beton korungalar inşa edilmiş, sürekli bir düşman korkusu yaratılarak ülkenin dış dünya ile ilişkileri minimize edilmiş ve komşuların ülkeyi işgal etmek için çalıştıkları paranoyası canlı tutulmuştur.
Bu politikanın sağlıklı bir gelişmeye hizmet etmediği ve bir arada barış içinde yaşamayı imkansızlaştıran bir nitelik kazandığı açıktır.
Soğuk Savaş döneminin "düşman" ve "öteki"ne dayalı bu irrasyonel politikasının Türkiye'yi de yakından etkilemiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. O yıllarda sürekli komünist saldırısı beklenir ve temel politikalar buna göre oluşturularak "düşman" algısı sürekli canlı tutulmaya gayret edilirdi. Bunun bir sonucu olarak da Türkiye nerede ise bütün komşularıyla sorunlu bir ortamda bulunuyordu. O günün şartlarında bunu haklılaştıracak argümanlar bulmak veya üretmek de zor değildi. Çünkü Doğu ve Batı blokların buluşma noktasında yer alan Türkiye için Sovyet tehlikesi diğer Batı ülkelerinden daha fazla idi. Komşulardan iyi ilişki içinde bulunduğumuz ülke nerede ise yok gibiydi. CENTO ve arkasından RCD bünyesinde belli ilişkiler geliştirmiş olduğumuz ülkelerle ilişkiler de süreklilik kazanmamıştır. Mesela İran ile RCD çerçevesindeki iyi ilişkiler Şahlık rejiminin sona ermesiyle ortadan kalkmış ve gerginleşmiştir.
Neticede Soğuk Savaş sonrasında yeni şartlar çerçevesinde ilişkileri tesis etmek, eski "düşman"lıkları bir kenara itip dostluk temelinde ilişkiler geliştirmek kolay olmamıştır. Zira olağanlaşan gerginlik ve "düşman" tahayyülüne dayalı ilişkilerin ötesine geçmek öncelikle bir zihniyet değişimini gerektirmiştir.
Bugün Türkiye geçmişteki bu "irrasyonel" ve olağanüstü şartların ürünü ilişkileri bir noktaya kadar sona erdirmiş ve yeni dönemin şartlarına uygun yeni ilişkiler tesis etme yolunda önemli adımlar atmıştır. Şu anda "düşman" temelinde ilişkilerin sürdüğü komşularımız, Ermenistan dışında, kalmamıştır. Ermenistan ile ilişkilerimizin, diğer komşularımızla olduğu gibi dostluk temelinde inşa edilmesine yönelik olarak ciddi çabaların gündemde olduğu şu sıralarda ilginç tartışmalara şahit olmaktayız. Ermenistan ile ilişkilerin "düşman" tahayyülü temelinde sürmesi gerektiğini savunanların tezlerine bakıldığında insan ister istemez Soğuk Savaş yıllarının şartlarına ve zihin dünyasına geri gidiyor. Bu ilişkilerin normalleşmesi ve rasyonel bir temelde yeniden inşa edilmesi Türkiye'nin yeni dönemdeki misyonu ve bölgesel etkinliği açısından da zorunlu bir durumdur. Türkiye kendi varoluşunu hiçbir biçimde bir "düşman"ın varlığıyla izah edemez. Buna ne ihtiyacı var ne de böyle bir şeyi meşruiyeti için kullanması söz konusudur. Varoluşunu "düşman"a veya "öteki"ne dayandırmaya çalışanlar kendi varlığını anlamlandırmada ve meşrulaştırmada zorlananlardır.
Davut Dursun
30 Nisan 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder