"Alkatraz Kuşçusu" filmini seyretmeyen yok gibidir. Özellikle 50 yaşın üstündeki sinemaseverler bu enfes filmi mutlak seyretmişlerdir. Seyretmeyenlerin ise kulağına mutlaka bu filmle ilgili bir sözcük, diyalog, anekdot takılmıştır. Yaşanmış bir olaydan yola çıkılarak beyazperdeye aktarılan bu hikaye, meşhur bir hapishanede geçer.
Robert Stroud adlı mahkum işlediği bir suçtan dolayı, ömür boyu hapse mahkum edilir. Cezasını çekmesi için "Alcatraz" hapishanesine gönderilen Stroud burada ne ile karşılaşacağını bilmemektedir. Bilinen bir şey varsa o da bu hapishanenin kötü ünüdür. San Francisco körfezinde bulunan "Alcatraz Adası"n da bulunan bu hapishaneden kaçmak neredeyse imkansız gibidir.
Dünyanın en iyi korunan hapishanelerinden biri olan Alcatraz'da türlü işkence ve şiddete maruz kalan Stroud'un hayatı, hücresine düşen yaralı bir kuşla değişir. Yaralı kuşu besleyerek hayata tutunmaya çalışan Stroud, zamanla kuşlar konusunda uzmanlaşır.
1962 yılında sinemaseverlerle buluşan film temelde özgürlük için verilen mücadelenin ve katlanılan acıların kutsallığını anlatır. Baskının ve zulmün karşısında direnmenin insanı nasıl büyütüp olgunlaştırdığını aktaran film, bu yönüyle dünya sinemasında yeni bir zihinsel alan açmıştır.
Filmin yönetmeni J.Frankenheimer'ın 1964'te bir gazeteye yazdığı bir yazıda: "Her yeni projeye farklı bir mücadele alanı gibi yaklaşılmalı" diyordu.(1) İşte bu bakış açısı haklı olarak Frankenheimer'ı zirveye taşıdı.
Hangi işle uğraşırsa uğraşsın bütün herkesin bu bakış açıyla hareket ettiği düşünülürse, yüzyıllardır yaşadığımız sorunların kendiliğinden çözüleceğini düşünüyorum. "Alcatraz Kuşçusu" bir sinema eseri olarak "direnç gülü" olmayı başarmıştır. 1960'lı yıllarda tüm dünyada yaşanan darbeler, gözaltılar, işkenceler ve müebbet hapisler düşünüldüğünde filmin yeri daha da belirginleşmektedir. Bu minvalde André Gide' "Dar kapı" (2) adlı romanı da yaşadığı acıyla olgunlaşan, ve hayatı sorgulayan bir insanı konu alır.
Romanda geçen: "Yalnız yürümek için yeterince güçlü değil misin. Hepimiz Tanrıya tek başımıza ulaşabiliriz." diyaloğu hâlâ hatırımdadır.
Aramak, bulmak, istemek, yaşamak, mücadele etmek, direnmek, başarmak, insanı var eden eylemlerdir. André Gide "Dar kapı'da yüreğine hangi sevgiyi koyacağına karar veremeyen karakterler üzerinden, okuyucuya derinlikli bir sorgulama alanı da açar.
İnsan varlığının anlamına kendisini sorgulayarak ulaşır. Bu süreç her insanda farklı şekillerde başlar. Vesileler çeşitlidir. Bu vesileler biraz da insanın kendisi ile yaşadığı çelişkilerde gizlidir.
Hepimizin hayatında dar kapılar ve kalıplar var. Her geçen dakika etrafımız çok daha fazla sorun ve sorumlulukla işgal ediliyor. Aradığımız şeyin mutluluk olduğunu inkar etmeye gerek yok. Parayla, şöhretle, makamla, mevki ile yakalanılmayan mutluluğu nasıl yakalayacağız o zaman.
Mutluluk çoğu zaman, "Dirençle" gelir. Direnmek insanı diri tutar Zindeleştirir, atıl olmaktan kurtarır. Bu tespitten sonra soracağınız soruyu tahmin ediyorum. 22. yüzyıla doğru ilerlerken, neye ve kime karşı direneceğiz? Haksızlığa, yoksulluğa eşitsizliğe, adaletsizliğe, adam kayırmacılığa, ve her sekiz dakikada, bir kadının fuhuşa sürüklendiği dünya da, neye direneceğiz gafletine düşmeden direnmek.
Yaşamak direnmektir, direnmek yaşamaktır özünde.
Gökşen Göksal
6 Mart 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder