Türkiye muazzam ve sarsıcı bir değişimden geçiyor. Bugüne kadar yaşamadığı, yapamadığı şeyleri yapıyor, dokunamadıklarına dokunuyor. Sancılarıyla, gerilimiyle tam bir değişim süreci yaşanıyor. Yıllar sonra geriye baktığımızda içinde bulunduğumuz günlerin anlamını daha iyi kavrayacağız.
Demokratikleşmek, hukukileşmek, şeffaflaşmak ve herkesin yerini anayasanın tayin ettiği bir düzene ihtiyacımız var. Bunun için de içeride kolları sıvamak kadar, dışarıda da heyecan yaratılması gerekiyor. Çoktandır gündemden çıkan Avrupa Birliği dosyasını yeniden açmak gibi...
O stresi neden yaşadık?
Başbakan Erdoğan, uzun bir aradan sonra Brüksel’de AB sürecine yeniden dokunuyor. 2004-2005’in heyecanlı günlerinden sonra, sadece Ankara değil Brüksel için de giderek sıradanlaşan ilişkilerde yeni bir perde açılıyor. Erdoğan’ın içeride zaman zaman tekrarladığı AB için kararlılık mesajını bir kez de burada muhataplarına iletmesi de heyecan vericidir.
Gözlerimizi kapatıp geçtiğimiz üç yılın stresini düşünelim. Denklemin içinde AB faktörü yeterince yoktu, ihmal edilmiş ve dışlanmıştı. Bir anlamda, bugün Türk hukukun yargı önüne çıkardığı Ergenekon anlayışının istediği, arzuladığı şey oldu. AB’den çok Türkiye’nin kendini yenileme, demokrasisini geliştirme, hukukunu evrensel değerlerle buluşturma iradesi baskı altına alındı. Türkiye zaman kaybetti...
Neyi nasıl yapamadığımız tartışmasını bırakarak Brüksel çıkarmasını ve devamını anlamlı hale getirmek en doğrusu olacaktır.
Erdoğan 2003 başından beri Brüksel’e, Avrupa başkentlerine ziyaretler yaptı. Özellikle ilk üç yıldaki muazzam atak Türkiye’yi potaya soktu ve müzakir ülke haline getirdi. Bu geri dönüşsüz bir yol demektir.
4 yıl sonra farklı bir Erdoğan
Dünden beri burada temasları, görüşmeleri, konuşmaları izliyorum.
Satır arası gözlemim şu. Başbakan, Avrupalı muhataplarının karşısına daha büyük özgüven ve cesaretle çıkıyor. Bunda belki de döneminin en tecrübeli lideri haline gelişinin, kendisiyle müzakere eden liderlerin artık siyasette bulunmayışının da payı olmalı. 17 Aralık’taki yol arkadaşları Schröder, Blair, Chirac siyasette değil artık. Erdoğan ise, o günlerin üzerine yeni bir seçim başarısı eklemiş durumda.
Dahası, Ankara’nın o günden beri bölgedeki etkinliği de gözle görülür bir artış kaydetti. Özellikle Ortadoğu’daki kriz noktalarında oynanan aktif rol Türkiye’yi Avrupa nezdinde daha önemli bir ortak aday haline getiriyor. Yani, Türkiye ile AB ülkelere sadece Brüksel’de değil birçok merkezde de buluşuyor. Bazen İsrail’de bazen Şam’da, bazen Tiflis’te, bazen İslamabad’da...
Bu farklı giderek zenginleşen buluşma trafiği de Türkiye’nin AB üyeliğine giden yolun kilometre taşlarıdır. Dahası, Türkiye’nin öteden beri ileri sürdüğü ‘etkin üyelik’ tezinin destekçileridir. Bununla birlikte, Türkiye’nin gelişine ayak direyenlerin kaygısını da bu etkinlikte aramak gerekiyor.
Başmüzakereci faktörü
2008 AB yılı olacaktı, olamadı. İçeride toz bulutu inmedi, Avrupa da bu karmaşadan yararlanarak bir yıl daha kazandı. Başta Fransa olmak üzere, Türkiye’nin iç problemleri direnenlerin işine geldi.
Ama 2009 için bir mazeret olmamalı. Nitekim Erdoğan’ın Brüksel’e gelirken Başmüzakerecilik pozisyonunu ayırması da buna bir işarettir. Egemen Bağış, sürece dinamizm ve faaliyet katabilecek bir isimdir. Hükümetin desteği sürerse -ki sürmemesi için bir neden yok-, Bağış’tan AB yolunda kaybolan zamanları da ikame edecek bir icraat bekleyebiliriz. Biraz öncülük, biraz da kaybolan kamuoyu desteğini yeniden üretmek bir anda her şeyi değiştirmeye yetecektir.
Mustafa Karaalioğlu
20 Ocak 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder