13 Mayıs 2009 Çarşamba

Baykal ve yargı

CHP lideri Baykal dünkü konuşmasında Sarkozy ve Merkel’in Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki saygısız ifadelerine sert tepki gösterdi, çok da iyi etti. Diplomasi farklı faktörleri de dikkate alarak ‘diplomatik dil’ kullanabilir. Böyle durumlarda ülkelerin tepkisini muhalefetin seslendirmesi isabetlidir.
Sarkozy’nin bildik ‘Fransız şovenizmi’ ile Merkel’in bildik ‘Hıristiyan’ tutkusu AB’yi bir siyasi ilkeler birliği olmaktan uzaklaştırıyor, AB’ye zarar veriyor!
Baykal’ın konuşmasındaki diğer iki konu; Kürt meselesi ve anayasa değişikliği, özellikle Anayasa Mahkemesi’yle ilgili tartışmalardı.
Kürt meselesinde Baykal, “Oyuna gelmeyin, beyler sakin olun” diye uyarıda bulundu. Doğru... Bu tür çok karmaşık konular heyecana, aceleye gelmez; dikkatli ve ihtiyatlı olmak gerekir. Fakat Baykal’ın “Çözümü sağlayacak her şeye sonuna kadar hazırız” şeklindeki sözleri, içi boş bir ‘belagat’ten ibaretti! Çünkü Baykal, çözüm konusunda hiçbir politika önermedi!
Hatta Baykal, CHP’nin kâğıt üzerinde kalmış programındaki önerileri de ağzına almadı.

Yargı ve siyaset
Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmasına gelince... Baykal bu konuyu hukuk diliyle tartışmıyor, hükümetin komplosu gibi ele alıyor:
Hükümet Anayasa Mahkemesi için, “Sen beni yargıladın, öyleyse ben de senin iş yükünü artıracağım” diye düşünüyormuş! Onun için “bireysel başvuru” hakkını getirecek, o zaman Mahkeme’nin üye sayısını artırmak gerekecek, TBMM üye seçecek, böylece “yargı siyasallaşacak”mış!
Halbuki, hükümetin sübjektif duyguları ne olursa olsun, bu değişikliği bizzat Anayasa Mahkemesi’nin kendisi istemişti; Başkan Mustafa Bumin döneminde!
Baykal bundan bahsetmiyor!
Buna karşı çıkan Yargıtay ve Danıştay başkanları da Anayasa Mahkemesi’nin niye böyle reform istediğine bakmıyorlar, yine sadece “Yargı siyasallaşır” diyerek karşı çıkıyorlar!
Yargı ile CHP arasındaki bu “tarihsel blok” tavrında siyaset bilimi açısından hayret edilecek bir taraf yoktur! Ama “anayasa hukuku” açısından hayret vericidir.

İki yargı farklıdır
Yargıtay Başkanı Sayın Hasan Gerçeker’e, Danıştay Başkanı Sayın Mustafa Birden’e ve CHP lideri Sayın Baykal’a soruyorum: Dünyada tek parlamenter demokrasi var mıdır ki, parlamento Anayasa Mahkemesi’ne şu veya bu oranda üye seçmesin?!
Bu garabet sadece bizde vardır! Çünkü 12 Eylül, “seçilmişler” üzerinde “atanmışlar”ın vesayetini bu yoldan da garantilemek istemiştir.
Bugün Meclis’in Anayasa Mahkemesi’ne üye seçmesine karşı çıkanlar “adli yargı” ile “anayasal yargı” arasındaki farkı görmezden geliyorlar!
Dünyada hiçbir “yargıtay”a siyasiler üye seçemez! Ama bütün demokrasilerde “anayasal yargı” organlarının üyelerinin tamamını veya bir kısmını siyasiler seçmektedir!
Çünkü anayasa mahkemeleri, adli yargıdan farklı olarak, kararları daima siyasi sonuç doğuran ‘siyasi yargı’ kurumlarıdır. Hem “demokratik meşruiyet”leri için, hem siyasi görüşler karşısında “tarafsız” olmaları için üyelerinin ‘çeşitliliği’ ve bir kısmının parlamentolar tarafından seçilmesi gerekir. “Bireysel başvuru” hakkı da bunun sonucudur.
Gönül istiyor ki, muhalefet de hukukçular da anayasal konuları “anayasa hukuku”nun diliyle tartışsınlar, politize etmesinler.

Taha Akyol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder