10 Mayıs 2009 Pazar

İki tarz-ı dedikodu

Eskiler, ‘kıylu kal’ derdi.
Sizin anlayacağınız, ‘dedikodu’, ‘boş laf’...
Baldan bile tatlıdır.
Hele bizim gazeteci taifesinin en çok sevdiği şey.
Sadece mahalle karılarının lakırdısı ya da kahvehane geyiği diye düşünmeyin.
Televizyon programlarının da en çok reyting yapan malzemesidir.
Mevzu bahis, bir medya programı ise, onu bunu çekiştirmenin tadına doyulmaz.
İnternet sitelerine gelince...
En alası, en asılsızı onlarda.
Zaten, bu iş için varlar.
En taze dedikodular, en merak uyandıran fısıltılar, en çekici polemikler...
Hepsi onların raflarında satılır.
Onların rağbet ettiği, daima en ucuzudur, boş lakırdının.
Yeter ki siz malzeme verin; köpürtmek onların işi.
“Duydun mu, duydun mu; falan filana...” diye, öyle bir sündürürler ki...
Geyiği başlatan bile, şaşar kalır.
Lafın gittiği yere, uyduran dahi akıl, sır erdiremez.
Bir de kapalı kapılar ardında dönen dedikodular vardır.
Paşaların dedikoduları mesela...
Paşa hanımlarınınkini duymuştuk da, bu da neyin nesi demeyin, sakın.
Gelin, haftanın iki ‘top’ dedikodusuna birlikte bakalım.
Sonra siz karar verin, haklı mıyım, haksız mı?

Bir: Yaşar Paşa’yı fena yanıltmışlar
Geçen akşam Birand’ın 32. Gün programında fevkalade ifşaatlarda bulundu.
Genelkurmay Başkanı iken, komutan arkadaşlarıyla çevirdikleri dedikodular, mesela.
Bir gün Köşk’te laflarlarken, gene siyasileri çekiştirmişler.
Özden Örnek’in günlüklerinde de geçiyormuş.
Yaşar Paşa’dan rivayet:
AK Parti’nin adı, Risale-i Nur’dan geliyormuş.
Tayyip Erdoğan, partisine isim ararken çıktığı bir Amerika seyahatinde Fethullah Gülen Hoca’yla görüşmüş.
Hatta AK adını, Hocaefendi’nin koyduğu söyleniyormuş.
Yaşar Büyükanıt, bu kısmı hakkında kesin bir bilgi sahibi değilmiş.
Ama AK ismi, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur adlı külliyatından mülhemmiş.
O kitaplarda çok geçen bir kelime olduğunu biliyormuş.
Bakarsanız, siz de muhakkak rastlarmışsınız.
***
Laf, ağızdan çıktı mı bir kere; yaydan çıkan oka benzer.
Aslı astarı var mı diye, uğraş ki düzeltesin...
Yapışır kalır.
Deveye sormuşlar, ‘neren eğri?’ diye...
‘Nerem düz ki’ demiş, misali...
Ben de AK Parti’nin reklamcısı Erol Olçak’a sordum; ‘neresi doğru’ diye...
Güldü, hem de ne berbat bir gülüş...
Koca paşalar, bunu mu konuşuyormuş aralarında diye...
32. Günü izlememiş; Örnek Paşa’nın günlüklerinden zaten haberi yok.
Ergenekon iddianameleri deseniz, hak getire!...
Gel de inandır, Erol Olçak’ı.
Allah’tan insafa geldi de ağzından bir kaç laf aldım.
Meğer ‘AK’ ismini öneren kendi ajansıymış.
Daha partinin kuruluşundan 3.5 ay önce Genç Parti, Aydınlık Yarınlar, Aydınlık Türkiye gibi bazı isimler üretmişler.
AK Parti de, onlardan biriymiş.
Sonra, Kurucular Kurulu’nda yapılan oylamada, AK ismi seçilmiş.
Önerdikleri sembol de ‘ayçiçeği’ imiş.
Ama Tayyip Erdoğan, ‘ampul’ olsun istemiş.
Erdoğan’ın o süreçte Amerika seyahati yokmuş ki, Hocaefendi ile görüşsünmüş.
İyi mi?
Peki, Risale-i Nur’dan mı ilham aldınız o ismi diye sordum, tabi.
Erol Olçak, dedi ki:
“Yahu, hayatımda hiç okumadım ki...
Okusam bile dilini anlamam zaten.”
İnandım...
Çünkü nerede, Risale-i Nur’un ağdalı Osmanlıca’sını sökecek o reklamcı.
Hem ben bizzat okudum ama istatistiki değer sayılacak kadar ak kelimesine rastlayamadım, külliyatta.
Sakın diyorum, Yaşar Paşa’ya, ‘nur’ kelimesini ‘ak’ diye tercüme etmiş olmasınlar?
***
Bu işler, öyle ‘boş atıp dolu tutmaya’ gelmez.
Dedikodu sevenlere benden bir ‘kaygan zemin’ uyarısı:
Siz siz olun, kulaktan dolma cin fikirlerle malümatfuruşluk yapmaya kalkışmayın.
Sonra, komutanları da yanıltırsınız.
Hem, baştan söyleyeyim de günah benden gitsin.
Hiçbir insan evladı, aynı zamanda hem Nurcu, hem Nakşi, hem selefi, hem Kadiri olamaz.
Sakın ha, kimseleri böyle fişlemeyin.
Çok mahçup olursunuz ki...
Orasından burasından uydurmuş derler, sonra.
Size, hiç yakışmaz.
Bunlar, -rahat anlarsınız diye İngilizce- ‘mutually exclusive’ dini pozisyonlardır.
Yani, birbirlerini dışlarlar.
Aynı anda ikisi birden olamazsınız.
Ya biri, ya diğeri...
Karar verip, öyle fişleyin...

İki: Yılmaz Özdil’i işletmişler
Bu da, bıkkınlık veren bir Akif Beki dedikodusu.
Benden hiç duymazsınız mesela...
İşini kaybetmekten korkan titrek bir eski yayın yönetmeninin, vaktiyle nasıl taklalar attığını.
ANA uçağı bileti yerine geçsin diye nasıl yazılar yazdığını.
Danışmanıyla 5 dakikalık konuşmasını, Başbakan’la görüşmüş gibi patronuna nasıl sattığını.
Ayıptır, böyle şaklabanlıkları konuşmak.
Ama bazıları, iflah olmuyor, işte.
Bana ‘çay bardağı’ taşıtmaya merak sarmış, şimdi.
***
CNN’de Medya Mahallesi programında konuşulmuş, ilk.
Yılmaz Özdil diye biri, demiş ki:
“Bizim grupta bir yazar var.
Radikal yazarı Akif Beki, Star Haber’de ofis boy bile olamaz.”
Allah Allah... Bak sen!...
Her halde, ortalıkta sahte bir Akif Beki var; ona buna iş başvurusunda bulunuyor.
Yılmaz Özdil de zokayı yutmuş olmalı ki, adıma yapılan başvuruyu ciddi ciddi reddetmiş.
Ya da, ucuz kahramanlığa oynuyor.
Kendi kendine gelin güvey oluyor.
Yahut, kendinden kıyasla sanıyor ki:
“Ofis boy imiş, kim varsa matbuat âleminde...
Yazar dedikleri, kıylu kal imiş, ancak.”
***
Sedat Ergin de daha önce aynı programda, benim Milliyet’te çalışma ihtimalim üzerinde durmuş.
Duyduk duymadık demeyin.
İşte buradan ilan ediyorum:
Hakiki Akif Beki’nin her ikisiyle de işi olmaz.
Üçüncüsünün adını bile anmıyorum ki, siz anlayın artık.
Allah, işlerini güçlerini rast getirsin.

Akif Beki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder