İçişleri Bakanı Beşir Atalay, az konuşan bir siyasetçi. O nedenle önceki gün yaptığı şu açıklama üzerinde dikkatle durmak gerekiyor:
‘Bu sorunun çözümü için konjonktür, iç ve dış etkenler, şu anda her zamankinden daha müsaittir. Bunu görüyoruz ve şu anda bu konuda yapılacak çalışmalar büyük destek görmektedir. Devlet bu konuda yekvücuttur, zaten yürüyen ciddi çalışmalar vardır. Hükümet olarak bakanlık olarak ve bu yeni müsteşarlığın görevi olarak Başbakanımızın 2005 Ağustos ayında Diyarbakır’da yaptığı açıklamanın arkasındayız.’
* * *
O günleri kısaca hatırlayalım.
Başbakan Erdoğan, yayınladıkları bildiriyle PKK’ya ‘silah bırakma’ çağrısı yapan bir grup aydını makamında kabul etmişti. Erdoğan burada ‘Kürt sorunu ya da daha pek çok başka sorun, bizim için demokratikleşme sorunudur’ demiş, ardından Diyarbakır’a giderek ‘Kürt sorunu benim sorunum. Bu sorunu daha çok demokratikleşme ile çözeceğiz’ ifadesini kullanmıştı.
Beşir Atalay’ın, 2009’un Mayıs’ında, Başbakan Erdoğan’ın 2005’teki sözlerine atıfta bulunması elbette dikkat çekici. Çünkü o tarihten sonra Erdoğan, bu sözünün arkasında durmamakla, geri adım atmakla ya da sorunun çözümünde başka bir çizgiye kaymakla suçlandı.
Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önce Tahran, ardından Prag’ta yaptığı açıklamaları da unutmayalım:
‘Şartlar müsait, fırsatı değerlendirmeliyiz, iyi şeyler olacak.’
* * *
Öte yandan iki muhalefet liderinin bu konuda yaptığı açıklamalar, özellikle de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü hedef alan değerlendirmeler, uzlaşma konusunda iyi sinyaller vermedi.
Özellikle MHP liderinin yaptığı konuşmada hayli ağır suçlamalar yer alıyordu:
‘Hangi rezalete, üzerine basa basa tekrar ediyorum hangi ihanete katkıda bulunmamız için bizden servis yapmamız istenmektedir’ sözünün, Türkiye’nin en ciddi sorununda tüm kapıları kapatan bir yaklaşımın ifadesi olduğunu söylersek, herhalde yanlış olmaz.
İki muhalefet liderinin tavrı da, bilgi sahibi olmamanın getirdiği tepkinin çok ötesinde.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin sözlerinde dikkat çeken, ‘rol paylaşımı’ üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Bahçeli’nin söylediği şu:
Acaba ortada bir plan var da, bu plan üzerinde Cumhurbaşkanı ve Başbakan ayrı roller mi üstleniyor? Böylece birisi daha önde duruyor, öteki daha geri planda, Bahçeli’nin ifadesiyle ‘sutre gerisinde’ mi kalıyor?
* * *
Oysa meselenin çok daha çıplak bir yanı var.
Devlet içinde uyum sorununun, en azından yakın geçmişe göre aşıldığı, hükümet, ordu ve cumhurbaşkanlığı ekseninde görüşbirliğinin sağlandığı bir dönemdeyiz. Zaten bu tablo Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına da yansıyor.
Eğer iki muhalefet partisinin çözümle ilgili çaba sarf etmeden gösterdiği tepkiyi saymazsak, esasen iç kamuoyunda ‘iyi şeyler’ zaten oluyor. Böyle bir mutabakatı her zaman yakalamak mümkün olmuyor.
Burada kurumların geçmişleri, sahip oldukları refleksler, değişebilme yetenekleri, o an sahip oldukları yöneticiler gibi faktörler, elbette bazı farklılıklar ortaya çıkarabilir.
Aynı şekilde Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında üsluplarından kaynaklanan farklılıklar da olabilir.
Ancak sorunun çözümü konusunda bir ortak iradeden, arayıştan söz etmek mümkün. Onun için ‘iyi şeyler’ parantezinde bit yeniği aramanın kimseye bir faydası yok.
Kimin elinde bir yol haritası var, kimin projesi etrafında tüm bunlar konuşuluyor soruları elbette önemli.
Ama hepsinden önemlisi, sorunun çözümü konusunda ortaya çıkan irade. Buna odaklanmak daha doğru bir yaklaşım olabilir.
Nasuhi Güngör
14 Mayıs 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder