Okumuş ya da duymuşsunuzdur, Hasan Cemal Kandil'e gitti, Karayılan'la görüştü. Ve bir yazı dizisi yaptı. Yazı dizisi sadece bilinmeyeni kuşatmıyor, çatışmanın sıcak merkezinden gelen haberi içermiyordu. Aynı zamanda siyasetin imkânlarına işaret ediyor, bir tarafın diğerini görmesine zemin hazırlayacak, müsaade edecek bir siyasi doz içeriyordu.
Kürt sorunu nasıl çözülür? Şiddet nasıl durur?
Bunlar Türkiye için hayati sorular…
Bir süredir, Kürtleri inkâr etmeden, yani varlıkları kabul edilerek, ancak bu kabulü asayiş mantığına endeksleyerek yürütülen resmi bir yöntem var. Bu yöntem, PKK ile Kürt sorununu birbirinden ayırma, örgütün siyasal, askeri, toplumsal açıdan zayıflamasını, marjinalleşmesini sağlama üzerine kurulu.
Peki sonuç?
Sonuç açık.
Ortada ciddi bir başarısızlık var…
İzlenen yöntem askeri alanda PKK'yı yapısal ve çözülemez bir hale getirdi, toplumsal alanda PKK ile Kürt sorunu ve Kürtler arasındaki bağları adeta yeniden ördü, bu örgü kimlik, milliyetçilik, mağduriyet, siyasileşen kimlik talebi üzerinden yeniden üredi.
Bugün PKK'ya en karşıt olan Kürtler bile örgüte "onur" fikriyle iç içe girmiş bir anlam atfediyorlar.
Şunu sık yazdık:
Cumhuriyet ilk dönemlerinde tüm imkânlarıyla, türlü baskı araçlarıyla Kürtleri Türkleştirmeye çalıştı. Olmadı ve Kürt sorununun yeni biçimi buradan üredi.
Bugün Kürtlerin varlığını kabul ediyor sistem, ama kuşkulu bir varlık, sürekli kriz politikalarını gerektiren bir sorun olarak görüyor.
Kriz politikaları ise sistemin düzenli ve sürekli bir askeri işleyişe sahip olmasına, otoriterlik dozunun artmasına işaret ediyor.
Kandil'i vuruyor, ara sıra Irak'a giriyor, bu arada şehitler veriyor, bölgedeki seçimleri Kürt duyarlılığı yüksek partilerin kazanmasını seyrediyor, sonra bu partileri dışlama ve kontrol etmeyi otoriter kriz politikalarının merkezi haline getiriyor resmi anlayış…
Karşılığı yine şiddet oluyor. DTP'lilere yönelik seçim sonrası operasyonu, arkasından gelen 9 şehit haberi buna açık bir örnek…
Bu koşullarda kutuplaşan, karşılıklı öfke biriktiren iki taraf hali daha derinleşiyor.
Dönelim Hasan Cemal'e, Kandil'de röportajına…
PKK'nın 1 numarasıyla yaptığı konuşma malum yönteme ve bildik sonuçlara ilişkin bir "fasit daire"nin masa üzerine konmasını sağladı. Görmek fikrini canlandırdı, dağı görmek, sorunu çözmek siyasi irade ve cesareti devreye sokmak…
Ankara'nın dikkatini çekmiştir, bu röportajda Karayılan'ın söyledikleri…
Bakın Ertuğrul Özkök bile neler yazıyordu:
"Bizim çok ciddi bir 'Kürt sorunumuz' vardır. Bu sorunu sadece askeri önlemlerle çözmek mümkün değildir. Bölgedeki gelişmeler ve 25 yıldır yaşananlar, PKK'nın aleyhine çalışıyor. Ama bu demek değil ki, bizim lehimize gelişiyor. Uluslararası konjonktür, 21'inci yüzyıl gerçeği, bir toplumun içindeki etnik sorunu ezerek, öldürerek, asimile ederek çözemeyeceğini giderek daha etkili biçimde gösteriyor. Hasan Cemal, bize dağdan bir mesaj getirdi. Keşke bana izin verilse de ben de İmralı'dan bir mesaj getirebilsem. Belki hepimizin hak ettiği huzurun ülkemize geri gelmesine hizmet etmiş oluruz…"
Dünya bu tür sorunları nasıl çözdüyse öyle çözmeye doğru gitmeli Türkiye…
Hasan Cemal'in yazısından bir alıntı yapalım:
"Murat Karayılan'ı dinlerken defterimin bir kenarına not ediyorum. PKK'nın bir numarası her seferinde, Kürt sorunu çözülecekse, ancak bizimle çözülür" demeye getiriyor. PKK ile Kürt sorununu özdeş kılan bu söylem, 'PKK'nın üstüne gelmek, PKK'yı dışlamak, Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynamaktır' diye ifade edilebilir…
Evet, gazeteci de taşları yerinden oynatır, şimdi tartışma, düşünme ve hareket geçme zamanı…
Ali Bayramoğlu
12 Mayıs 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder