13 Mayıs 2009 Çarşamba

Çözüme ne kadar yakınız?

Kürt meselesinin çözümü üzerine önerilerimi yazışımın üzerinden neredeyse üç sene geçti.. O gün söylenmesi sıkıntı veren ve hayli tepki aldığım şeyleri Türkiye’nin bugün temenni planından çıkarıp yüksek platformda konuşmaya başladığı için seviniyorum...
Peki bu ‘çözümün yakın olduğu’ manasına geliyor mu derseniz, cevabım düne göre daha yakın olduğumuzdur.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaklaşımını, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un ılımlı üslubunu, Irak’tan ve ABD’den gelen mesajları ve PKK lider kadrosunun beyanlarını etmemekle birlikte bu konuda hükümette ağırlık kazanmaya başlayan eğilimi önemsiyorum.
Şu söyleyeceğimi belki çoğu kişi yadırgayacaktır: Kürt meselesinin çözümü yolunda hükümet içinde en aktif rol üstlenecek kişinin Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek olacağını görüyorum. Yıllar öncesinden tanıdığım Çiçek, gösterişten uzak, birilerini hoşnut etmek için değil inandığını konuşan, bu vasfıyla meziyetlerini rahmetli Turgut Özal’dan Tayyip Erdoğan’a herkesin gördüğü ve yeri geldiğinde siyasi partinin kaderini eline teslim ettiği bir kişi. Üstelik onun bu meseleye ‘Kan akmasın, silahlar sussun, anneler ağlamasın’ türü içi boş sloganlar yerine yasal zemin üretme yeteneğiyle ve terör mücadelesinde binlerce şehit vermiş toplumun duyarlılıklarını göz ardı etmeden yaklaştığını da biliyorum...
Kürt meselesinin çözüm yolu sevgi-nefret ilişkisi temelinde milliyetçi romantizmden
uzaklaşıp tabloyu olabildiğince gerçekçi şekilde sorgulamaktan ve hayale kapılmaksızın herkesi makulde buluşturmaya çabalamaktan geçiyor. Çabalamanın şartı ise çözüm arayışına önyargısız yaklaşmak. O nedenle İmralı’yı göz ardı etmeyen, etkin bir af yasası çıkarma gereğini kabullenen, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik ve sosyal kalkınma programına dayanacak; ilk yaptığımızın neticesini alalım, sonuç alırsak şunu da yaparız diyerek değil, yapılması gerekenlerin hepsi için aynı anda düğmeye basma kararlılığına ihtiyaç var.
Geçmişte yazdım, bir kere daha tekrarlayayım. Türkiye bugüne kadar sorunu asayiş
meselesi olarak gördü ve çözümü değil şiddeti kontrol altına almayı önemsedi. Bu anlayışın
sonucu olarak da kaçınılmaz şekilde asker öne çıktı, siyaset ‘çözüm’ diye bağıranlara cevap olarak Genelkurmay’ı işaret edip işin içinden sıyrılmayı marifet saydı. Bu süreçte askerin
önüne koyulan ve ‘hayır olmaz’ denilen bir proje bulunmadığını da söylemem lazım..
Görünen o ki, iç ve dış siyasette meydana gelen gelişmeler bazı şeyleri herkesin karnından konuşması yerine masaya getirmesine uygun bir ortam oluşturdu... Dün özel görüşmelerinde mangalda kül bırakmayıp karar organlarında şahsi hesaplarla ya da taraftar bulamayacağı korkusuyla herkesle ihtilaflı hale gelme endişesiyle ağzını kapatan insanlar, bugün adına ister köşeye sıkışmışlık deyin ister cesaret kazanmışlık, daha dişe dokunur şekilde görüş bildirebilir haldeler.
Ama buna rağmen henüz ‘Yağ var, un var, şeker var, haydi helvayı yapalım.’ diyecek noktada değiliz. Zira helvayı yapmak için ocak, ateş, yani siyasi irade lazım..
Siyasi irade dediğim ise havai fişek atarcasına davulla zurnayla ilan edilen toplantılarda üretilecek bir şey değil. Kaldı ki bir mekanizmaya fazla güven bağlayıp herkesi bundan
nihai çözüm bekler hale getirip sonra ‘maalesef olmuyor’ demek kolay göze alınır türden bir risk değil. Değil, zira oradan çıkacak ‘olmuyor’un toplumsal hayatta karşılığı çatışmanın,
gerilimin şiddetlenmesi, siyasetteki karşılığı radikal eğilimlerin güç kazanması..
Fizikte ‘kritik denge’ diye bir kavram var. Patlamaya da sönmeye de eşit mesafede
olunan an demek.
Öyle şeyler vardır ki ‘deneme-yanılma’ yoluyla çözüme ulaşılıp ulaşılamayacağını sınama şansı vermez siyasete.
AVNİ ÖZGÜREL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder