13 Temmuz 2009 Pazartesi

AHMET KEKEÇ

Bu şeref sizin Sayın Baykal!

Haliç’te oturuyorduk... Arkadaşım Salih Tuna ve Dört Mevsim Kıraathanesi sakinleri... Akşamın erken karanlığı çökmüş, dışarıda püfür püfür bir rüzgár... Birden polisler daldılar içeri ve gerekli alan taramasından sonra, ‘Buyurun gidiyoruz Ahmet Bey’ dediler.

Nereye?

Nereye olacak? Muhterem Çevik Bir’in, muhaliflerini görmeye can attığı o karanlık mahbese...

Klasik gözaltı diyalogları: Kemerini çıkar, bütün ceplerini boşalt, şu tutanağı imzala, sigara yasak, gürültü çıkarmak yasak, şarkı söylemek zinhar yasak, tuvalet için izin isteyeceksin...

Hayatımın en kötü gecesiydi.

Kenan Evren Paşa’nın devr-i istibdadında da iki kez gözaltına alınmış, ikincisinde üzerimde sopa bile kırdırmıştım, ama hiçbiri ‘İstibdad-ı Çevik Bir’in gözaltı hadisesi kadar koymamıştı bana.

Hakkımda kaç ceza davası açıldı? Hatırlamıyorum.

Kaç kez direkten döndüm? Hatırlamıyorum.

Kaç uykusuz gece geçirdim? Hatırlamıyorum.

Kaç yıl polislerle köşe kapmaca oynadım? Hatırlamıyorum.

Hatırlıyorum aslında: Çalıştığım iki gazete bombalı kurşunlamalı saldırılara maruz kalmıştı. Yağmur gibi mahkeme celbi yağıyordu... Yağmur gibi ‘yakalama müzekkeresi’, yağmur gibi ‘mevcutlu getirilsin’ kararı... Neredeyse evime gidemez, sokağımdan geçemez olmuştum.

Hayatımı yazarak kazanmak zorundaydım ama ‘dava açılır’ korkusuyla yazamıyordum. Üç buçuk yıl köşemden, ismimden, okuyucularımdan uzak kaldım.

Kendimi unutturmak için üç buçuk yıl gizlendim.

Savcılık soruşturması için ifadeye çağrıldığımda, her defasında karşıma resmî antetli ‘suç duyuruları’ çıkarılıyordu. Bir general, işi gücü bırakmış, gazetecilerle uğraşıyordu... Onları tarassut altına almıştı ve adli makamlara suç duyuruları yağdırıyordu.

O dönemde gitmediğim adliye, tanımadığım savcı, karşısında ter dökmediğim hakim kalmamıştı. Çaycısı, mübaşiri, avukatı, cübbe kiralama görevlisi, ucuz fotokopicisi... Ve, iki adımda bir, tanıdık bir sima.

Duruşma salonundan çıkıyorsun, karşında Ahmet Altan.

Biraz yürüyorsun, kapıda mübaşirin sesi: ‘Sanık Ali Bayramoğlu duruşma salonuna...’ Koridoru dönüyorsun; Yaşar Kemal, Metin Münir... Biraz ileride Neşe Düzel, Fehmi Koru, Cengiz Çandar halka olmuşlar... Hemen yanlarında Nazlı Ilıcak, Etyen Mahçupyan, Abdurrahman Dilipak.

Merdivenleri iniyorsun, Hasan Karakaya, Ali İhsan Karahasanoğlu... Otoparka yürüyorsun, Mehmet Barlas.

İfade vermeye gelmişler.

Bunlar, 28 Şubat darbecilerinin ‘görünür de görünmez’, ama çoğu zaman ‘zararsız’ addedilen eylemleri... Bunun bir de ‘Andıç’, ‘kitapçı bombalama’, ‘darbe tezgáhlama’ gibi zararlı kalemleri var...

Bu eylemlerin karar vericileri, başlatıcıları, uygulayıcıları bugün aramızda, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor... Kendisine ‘sosyal demokrat’ süsü veren Deniz Baykal izin verirse, sivil mahkemede yargılanabilecekler.

Çünkü, kendisine ‘sosyal demokrat’ süsü veren ve siyaset alanını genişletmekle memur Deniz Baykal, darbeci ve cuntacıların sivil mahkemede yargılanmasına imkán tanıyan yasayı Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirmeye çalışıyor...

İptal kararı çıkarsa bombacılar, andıççılar, muhtıracılar, lahikacılar, basın üzerinde terör estiren ‘postmodern darbeciler’ geleceğimizi karartmaya devam edecek. Ve biz çocuklarımızı, onların şekillendirdiği bir ülkeye emanet edeceğiz...

Bu şeref de Baykal’a ait olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder