Dış politika ve dış haberler vizyonu
Farkındasınızdır; dış haberler her geçen gün daha bir önem kazanıyor. Çünkü, Türkiye'nin dünya siyasetindeki rolü ve etkinliği artıyor.
Türkiye artık 'bekle gör' politikası izlemiyor. Komşularıyla her an savaşacakmış gibi de durmuyor. Öteden beri devam eden ve kıyamete kadar süreceği sanılan bazı sorunlara çoktan çözüm bulmuş durumda. Daha düne kadar 'Etrafı düşmanlarla sarılı bir ülke' olduğumuz söylenirdi; oysa bugün hiçbir ülkeyle kanlı bıçaklı değiliz. Suriye, İran, Yunanistan, Rusya, Bulgaristan... Hemen hepsiyle de sıcak temaslarımız var. Neden? Çünkü Türk dış politikası değişti ve ihtilaf içinde olduğu ülkeleri de değiştirdi. Sadece komşu ülkelerle yürütülen yakın ilişkilerden, kurulan köprülerden bahsetmiyoruz. Bir yandan Avrupa Birliği yolunda adımlar attı Türkiye; diğer yandan Amerika ile daha sıcak ve kalıcı temaslarda bulundu...
Son yıllarda yaşananlar bize açıkça gösteriyor ki Türk medyası, uzun zamandan beri ihmal ettiği dış haberler kavramını yeniden düşünmek zorunda. Çok uzun zamandan beri Türk basınının dış haberlerden anladığı, ülke dışında yaşanan magazin olaylarıdır. 'Ne yapalım, okur/seyirci dış haber istemiyor' gibi pespaye bir mazeretin arkasına sığınmak doğru olamaz. Zira, bir ülkenin insanını o ülkenin içine hapsetmek, toplumun vizyonunu ve ufkunu daraltmak demektir. Yeryüzünde neler yaşandığını bilmeyen; hatta yaşananların kendi ülkesini ne kadar etkileyeceğini umursamayan insanların iç politikayla ilgilenmeleri kısır bir döngüye hapsolmaları anlamına gelir. Ne var ki bizim medya dış haberleri bile iç politika malzemesi olarak görüyor. Mesela İran seçimleriyle ilgili yazılıp çizilenlerin önemli bir yekunu, bir bakıma, iç politika mesajları barındırıyor. Ermenistan'a karşı yürütülen ve Azerbaycan'ın da desteğiyle yapılan çalışmalar da iç politikanın sıcak gündemlerine feda ediliyor. Oysa Ermenistan konusundaki çözümsüzlük en çok Azerbaycan'daki kardeşlerimize zarar verecek gibi gözüküyor. Bu ve benzeri olayların iç politikayla alakası yok mu? Tabii ki var ancak, yaşanan hadiseleri kendi asli gerçekliğinden uzaklaştırmamak gerekiyor.
Hafta içinde Doğu Türkistan'da vahim hadiseler yaşandı. Yüzlerce Uygur Türk'ünün hayatını kaybettiği olaylara her kesimden tepki yağıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne taşıyacaklarını, G-8 Zirvesi'nde de yaşanan kanlı hadiseyi anlatacaklarını söylemiş ve yaşananlara vahşet demişti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yoğun bir diplomatik trafik içinde Uygur Türklerine uygulanan zulmü anlatıyor.
Uygur bölgesinde yaşanan vahşetin haberleştirilmesi de başlı başına önemli bir vakıa. Meseleyi sadece duygulara hitap edecek bir şekilde kamuoyuna taşımak mı daha isabetli; yoksa daha makul ve analiz ağırlıklı yayınlarla sorunun çözümüne katkı sağlamak mı? Açıkçası, Uygur bölgesinde yaşananların acısını yüreğinde duymayan insanlıktan nasibini almamıştır. Hatta sadece Doğu Türkistan değil; vaktiyle Tiananmen Meydanı'nda yaşanan çatışmaları ve sivillerin ölümünü görüp de yüreği kan ağlamayan, insanlığından utanmalıdır...
Bütün bunlara rağmen şu gerçeği hatırlatmakta fayda görüyorum: Türk kamuoyunu büyük bir umutsuzluğa sevk edecek kadar konuyu çaresizlik içinde aktarmanın yayıncılara sağladığı geçici bir popülarite olsa bile bazı sakıncaları da var. Sonuçta Türkiye, bütün köprüleri yıkarak meseleye yaklaşamaz. Diyelim ki olaylara Çin ile bağlarını tamamen koparacak şekilde yaklaştı ve bu ülke ile çok ciddi ve geriye dönülmez bir diplomatik krizin içine girdi; bu tavrın Uygur Türklerine faydası mı olur, zararı mı? Çin'le ilişkileri devam eden Türkiye, soruna çözüm bulabilmek için daha etkin çalışmalar yapabilir. Medyanın da bu gerçeği doğru okuması gerekiyor...
Uygur bölgesinde yaşananları, diğer bölgelerde yaşanan ve daha etkin rol oynadığımız hadiselerle bire bir kıyaslamak yanlış olur. İsrail'in yaptığı yanlışlar üzerine 'one minute' deme şansınız daha kolaydır mesela. Çünkü İsrail size çok yakın bir coğrafyada yaşıyor ve pek çok alanda ortak çalışmanın avantajını taşıyorsunuz. İsrail'in komşusu bazı ülkelerle sizin çok yakın bir temasınızın olduğunu da cümle alem biliyor. Çin, kapalı bir rejimle yönetiliyor ve etki alanınız sanıldığı kadar geniş değil. Buna rağmen yapılacak işler var. Ancak o işlerin doğru yapılabilmesi için soğukkanlı ve akılcı bir yolun tercih edilmesi gerekiyor...
Dış politika bir vizyon ölçümüdür; sadece hamasetle yürütülemez. 'Devlet, hesap kitap yapsın; basın halkın hissiyatına uygun heyecanlı yayınlar yapabilir' dememek lazım. Çünkü uluslararası dengeleri göz ardı eder, politik gerçeklikten uzaklaşır ve dış haberciliği sadece 'vatandaşı gaza getirme' operasyonu olarak görürseniz, devletinize de hata yaptırmış olursunuz. Soğukkanlılıkla çözülecek problemler var; hamasetle tartışılacak konular var. Her şeyi birbirine karıştırdığınızda tarihî hatalar yaparsınız ve geriye dönülmesi zor bir yola girmiş olursunuz. Bu nedenle dış haberlerin bir kuyumcu titizliği içinde ele alınması gerekiyor. Mesela Uygur bölgesinde yaşanan korkunç olayları incelerken olaya şu soruyla başlamak şart: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Çin gezisinden hemen sonra bu olayların tezgâhlanması, kimin planıdır? Bu hadiselerden Uygurların bir kazancı var mıdır? Şu an oluşan gergin havadan kim kazançlı çıkmıştır?..
13 Temmuz 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder