Abdullah Öcalan ne diyecek?
Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, "Kürt sorununun çözümü için devlet inisiyatifiyle bir sürecin başlatıldığı"ndan söz ediyor ve, "Oturup konuşalım. Konuşmak zorundayız. Ancak diyalogla bu sorunu bir çözüme kavuşturacağız. Bu kadar basit. Siyaset ve diyalog dışında bir yöntem kalmamış, silahlı mücadele dönemi bitmiştir." diyor. Tuğluk, Abdullah Öcalan'ın bir ay sonra açıklayacağını belirttiği "yol haritası"na temas ederken kamuoyunun buna dikkat kesildiğini belirtiyor. (Zaman, 12 Temmuz 2009)
Tuğluk'un dediği doğru. Herkes gibi ben de önümüzdeki ağustos ayında Öcalan'ın yapacağı açıklamayı merakla bekliyorum. Hasan Cemal'in Kandil'de Murat Karayılan'la yaptığı röportajı eleştirenlerden biriydim. Hareket noktam, eğer gazeteciler Kandil'den bilgi ve haber aktarıyorlarsa, Genelkurmay'dan hayda hayda bilgi ve haber aktaracaklardı. Bu, sorunu konuşanların, konuşmanın dilini ve üslubunu kendi yöntemlerine indirgediği anlamına gelir. Bu, şiddetin, silahın ve öl(dür)menin dilidir.
Ama Tuğluk'un da altını çizdiği gibi, "devletin inisiyatifiyle bir çözüm süreci başlatılmış"; bu durumda tarafların dolaylı yollar ve aracılar kullanması "kesin bir dille reddedilen âdetten"dir.
Sonraları, Hasan Cemal'in yaptığı işin 'makul' olabileceğini düşündüm. Hayat bazen bize bir anda ve çaresizce birtakım gerçekleri öğretiyor. Kürt sorununda öğrendiğim gerçeklerden biri şudur: Hiçbir şey bu sorunun çözümü kadar hayatî değildir. 50 bin insan hayatını kaybetti, on binlerce yaralı ve sakat. 17 bin faili meçhul, milyarlarca dolarımız zayi oluyor.
Anlaşılan, çözüm için başlatılan inisiyatif sadece "devlet" canibinden gelmiyor. PKK canibinde de bir inisiyatif söz konusu. Bu inisiyatifi başlatan bizzat Abdullah Öcalan. Öylesine bir inisiyatif ki, soruna duyarlı belli başlı herkesle 'diyalog' kurmaya ve neler yapılması gerektiğini sormaya çalışıyor. Öcalan'ın avukatları benimle de görüştü. Yaklaşık iki saat süren görüşme sırasında konuyla ilgili düşüncelerimi anlattım. Zaten onlar da bunun için gelmişlerdi. Sadece ara sıra soru soruyor, ama en çok çözüm için neler düşündüğümü öğrenmek istiyorlardı. "El vekiylu ke'l-asil" fehvasınca görüşme sebeplerini şöyle açıkladılar: "Ağustos ayında Abdullah Öcalan, önemli bir açıklama yapacak. Sağlıklı ve gerçekçi bir çözümün bulunması için belli başlı şahsiyetler, kanaat önderleri ve yazarlarla görüşülmesini istiyor. Biz fazla konuşmayacağız, sadece sizi dinlemek istiyoruz." Öyle de yaptılar. Altını çizdiğim hususlar şunlar oldu:
1) Kürt sorunu bizim en büyük ve en hayatî sorunumuzdur. Bütün Türkiye'ye ve bölgeye kan kaybettiriyor.
2) Ortadoğu yeniden şekillenecektir, Türkiye nâzım rol oynayacaksa, bu sorun çözülmeden yerinden kımıldayamaz.
3) Şiddet ve terörün dışında yollar denemek lazım. Savaş ve şiddet bölgenin sadece iktisadî coğrafyasını değil, beşerî coğrafyasını da çökertmiş bulunuyor.
4) Sorunun siyasî, tarihî, ekonomik, dinî, sosyal ve uluslararası boyutları var. Güvenlik, bu boyutlardan biridir.
5) Kürt kimliğinin tanınması mücadelesini veren taraf Türkiye'de bazı kaygıları gidermeli, mesela Türkiye'nin bölünmeyeceği yolunda ikna edici şeyler söylemelidir.
6) Müzakereci siyasete ve diyaloğa açık, kucaklayıcı-kuşatıcı yeni bir dil bulunmalıdır.
5) PKK'dan çok DTP konuşmalı, halkın oyunu almış siyasîler söz almalı; çözümün adresinin Ankara ve Meclis olduğu hususunun altını çizmelidirler.
7) Bugün akan kanı durduran ve olabilir çözümler üzerinde durulmalı, dört-beş nesil sonrası insanların hayatı ipotek altına alınmamalıdır.
8) Bu çerçevede genel af dahil her çözüm ve alternatif konuşulabilir. Geçen sene Abant Platformu'nun deklare ettiği çözümler müzakere imkânı için iyi bir hareket noktasıdır.
Devlet samimi... Öcalan samimi mi? Bilmiyorum. Hegel'in dediği türden "öğretilmiş çaresizlik" değil bu. Umutlu olmak zorundayız.
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder