Düşünce zenginliği
İslâm düşünce ve sanatı insana açılım sağlıyor. Açılım: Ruh zenginliği, ufuk açılımı, insanî öz, engin bakış, hoşgörü ve sevgiyi içerir. Bunlar bilinen ve sıradan olandan farklıdır. Mevlâna ve Yunus'ta somut olan sevgi ve hoşgörü bilinenin çok ötesindedir ve çok da farklıdır. İbadetleri de, şiirleri de, hayata bakışları da İslâm ruhlu ve özlüdür. İnsanın doğasına uygunlukla insanı kendi içinde denetleyen bir yapıdır bu. İnsanın dengesini bozmayan, ama kendi içinde güçlendiren ve yol açan bir hayat tarzı. İnsan çeşitliliğine en uygun bir ruh ve benimseyiş biçimi. İnsan doğasına en uygun bir hal ve oluş. Taşıyamayacağı bir yükün, bir sorumluluğun kendisine yükümlenmeyeceği bir hayat. Bu İlâhî bir bakış ve uygunluk. Kimi çılgınlıklara fırsat vermeyen bir doğallık.
İnsan, insan olarak var oldukça diğer varlıklardan kendisini ayıran özellikler bulunuyor. Düşünme, insan için en zor alanlardan biri. Sorumluluk duyma duygu ve bilinci orada gelişir.
Kayıtsız ve sorumsuz insanların sıradanlıkları hayat anlayışları tek düzedir. Sınırlıdır, bakışsızdır. Sadece kendi beniyle ilgilenir. Beni onun her şeyidir. Günümüz modern insanın hayat anlayışı. Annesiz, babasız; kardeşsiz, komşusuz, arkadaşsız, çevresiz, davasız bir hayat. Bu insan tekleri sadece kendi doyumlarını düşünürler. Eğlenirler, yatarlar, kalkarlar, cinsel hazlarını sınırsız ve sorunsuz yaşarlar. İki odalı bir evde yaşarlar. Dünyaları kitapsız, düşüncesiz, duygusuz, ibadetsiz, sanatsız geçer. Toplum önüne sürülen, örnek gösterilen bu tipler zararsız gibi görünüyorlarsa da en büyük zararı onlar veriyor insanlığa. Sonları, terk ettikleri için terk edilmişliktir. Ya intihar, ya çılgın bir sonlu kaza, ya da huzurevidir. Dünya liderleri denen adamların fotoğraf karelerine yansıyan hallerine bakınca her şey ortaya çıkıyor. Sarhoş olan bu koca adamlar ayakta zor duruyorlar. Ya da önlerinden geçen bir genç bayana takılan gözleri onların ruh hallerini gösterir.
İnsan makine değildir, statik değildir. Bir makine işleyişinde soğuk duruşlu, gidip gelen bir nesne de değildir. Canlı, kanlı, ruhlu, günahlı ve günahsızdırlar. Yani insandırlar. Sorumlulukları vardır, akılları ve bilinçleri vardır.
İnsan bir sömürü aracı değildir. Ne emekte, ne fikir ve düşüncede, ne cinsellikte, ne açlıkta, ne toklukta. İnsan salt kendisinden sorumlu değildir. Bencil değildir, bir ben değildir. Gören gözleri, işiten kulakları, acı çeken ruhları vardır.
İnsan bir zulüm aracı olmamalı. Zulüm başkasına yapılmaz insanın kendi kendine yaptığı bir kötülüktür. Bu, bir bumerangdır döner insanın kendisini bulur.
İnsan vahşi bir varlık değildir. Doğumundan itibaren giderek kendi ruh dünyasında şekillenir ve zaman içinde kendi olur. Bunun içindir ki İslâm düşüncesinde her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Ruhsal şekillenmeyle birlikte ya ona ait olur, ya da onun dışında bir yerde yer alır. Bir çocuğun Müslümanlaşması zor değildir. Kendi doğası içinde yer alınca süratle doğasını ve kendisini bulur. Bir başka kültür içinde yer alan bir çocuk dönüşür ve değişir.
Sıraladığımız bütün olumsuzlukları doğası içinde eriten İslâm ruhudur. İbadetleri, yaşayış biçimi, davranışları insana ağır gelmeyecek ölçüdedir. İbadetlerin önce Allah katında bir karşılığı var. Ardından da insanın kendisinde bir karşılığı olur. Günümüzde, modern karmaşık düşüncenin içinde bocalayan Müslümanlar çok yanlış bir şekilde ibadetlerine kılıf uydurmaya, onu izaha çabalıyorlar. Maddi hikmetlerini anlatmaya çırpınıyorlar. Dikkat edilirse, bir Müslüman sahih bir hayat tarzını yaşarsa onda huzur bulur.
Hakiki ve sahih olan tarikat kolları da insanların mizaçlarına ve sorumluluk kaldırabilecek özelliklere sahip olanlarla yolculuklarını sürdürürler. Her insanın yük kaldırma, sorumluluk üstlenme özellikleri farklıdır. Kimi kollara intisap edenler ağır yükleri taşıyamadıklarından çıldırırlar. Kimi birer meczup olur. Kimi aşırılıklara kadar gider. Bunun içindir ki, İslâm düşüncesinde çocuk sabidir, temizdir, günahsızdır, pâktır. Çocuk sorumluluk çağına girinceye kadar da bu böyledir. Çocuk kendini bilinceye yani İslâm fıtratı üzere olduğu sürece günahsızdır. Günah ya da sevap biriktirme kendini bilme ile başlar. O zamanlar bile bir masumiyeti, masuniyeti vardır. İslâm'ın Hıristiyanlıktan ayrılan önemli fark ve özelliklerden biri insanın doğuş anından itibaren olan masumiyeti ve masuniyetidir. Hak üzere olmayan Hıristiyanlık kültürü daha başlangıçta kirlidir. İnsanı günahla besler, büyütür. Sonra da günahlarını paklamaya yeltenir. Kendisini tanrının yerine koyar. Kimse kimseye paklayamaz, kimse kimseye kefil olamaz. Yüce olan Allah'tır. Bağış da ondadır.
Hakikat üzere olmaya başlandıktan itibaren sorumluluk alanları giderek genişler, giderek açımlanır. Bu tarihten itibaren hem bedenen, hem ruhen, hem fikren beslenmelidir. Bu beslenme bir denge oluşturur. İbadetler ruhsal beslenmenin alanıdır. Zaten insan için aslolan ruhtur. Ruhsuz beden ne acı çeker, ne sevgi duyar ve ne bir varlık olur. Ruh insandan çekilince kaskatı bir nesne olur. Teneşirdeki bir cesede dokunduğunuzda bir soğukluk hissedersiniz. Size ne gülümser, ne ağlar, ne gözyaşı döker, ne öfkelenir. Bir zaman sonra da çürümeye başlar. Öyle ise, insana bu özellikleri kazandıran ruh denen o bilinmez gücün farkında olmak, onu anlamlı kılmak, zenginleştirmek ancak ruh ile olur. Büyük düşünceler de bu ruhlardan doğarlar.
Çağlayan mitinginin manevi anlamı
Milli Görüş, Saadet Partisi insanlığın vicdanı konumunda. Bu, bir topluluk çok önemli ve ayırıcı bir meziyet. Zulmün bu kadar yoğunlaştığı bir zamanda, kendini sorumlu hissetmek ve bir acıyı paylaşmak; görmeyen, duymayan, bilmeyen, anlamayan insanlığa bir hatırlatıcı olmak da bir nasip ve bir lütuf.
Yeryüzünde bir acı yaşandığında ilk akla gelen Saadet Partisi ve Çağlayan Meydanı oluyor. Son yıllarda bu, giderek belirginleşti. Bosna'da Srebrenitsa'da zulüm ve katliam oluyor bu acıyı dünya Müslümanları ve insanlık adına Milli Görüş mensupları duyuyor. Irken onlar Boşnak. Dinen Müslüman. Felluce'de katliam oluyor, camilerin içine kadar Haçlı Hıristiyanlar giriyor, aman dileyen insanları başlarından kurşunluyor, camilerini kirletiyor. O zaman gene Milli Görüş mensupları acı çekiyor. Onlar ırken Arap, dinen Müslüman. Lübnan Yahudilerin işgaline uğruyor, misket bombaları yağıyor, binlerce insan ölüyor, evleri barkları başına yıkılıyor. Dünya insanlığı sessiz ve suskun. O zaman gene Milli Görüş mensupları acı çekiyor, Çağlayan meydanına koşuyor. Irak'ta, Azerbaycan'da Karabağ'da, Suriye'de, Hama'da, Kuzey Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan'da, Afrika'da insanlık acı çekiyor bu acıyı dünya Müslümanları ve insanlık adına Türkiye'de Milli Görüş mensupları birlikte yaşıyor. Kimi Arap, kimi Boşnak, Kimi Uygur, Kimi Urdu, Kimi Acem. Çeşitli ırklardan oluşuyor.
Doğu Türkistan kapalı ve bilinmeyen bir kutu. Sanki ruhlar Çin Seddiyle kuşatılmış. Yüz yıldır orada acı çekiliyor. Verilere göre 35 milyon Müslüman Doğu Türkistan'da şehit edilmiş.
On bir gün önce bir kıvılcım ile yürekleri yakan katliamlar başlayınca, bu acıyı yüreklerinde duyan gene Türkiye'de Milli Görüş mensupları, Yani Saadet Partisi oldu. Karşılaştığım kimi dostlar "miting yapmayacak mısınız?" sorusuna muhatap oldum. Artık Türkiye'de herkes biliyor ki, bir yerde bir acı yaşanacaksa, bir zulüm varsa, buna karşı ancak Saadet Partililer karşılık verebilir. Dünya insanlığının gözü, kulağı ve vicdanı olur.
Mitinge karar alındıktan sonra iki gün içinde bir hazırlık yapıldı ve mitinge gidildi. Doğrusu bu iki günlük zaman içinde ne yapılabilinir diye içimden neler geçti. Nasıl başarılı olunabilinir. Türkistan'ın has Müslümanları, mazlumları nasıl temsil edilir? Çünkü bu, bir temsildir. Başarısız olunursa dünya insanlığının özellikle Müslümanların vicdanı tartılır biçilir.
Gazze mitingi dünyayı ayağa kaldırdı. Oradaki zulmü durdurdu. İnsanlık kendini anımsadı ve vicdanlar harekete geçti. Doğu Türkistan kapalı bir kutu. Uzak ve bilinmeyen bir yer. Çin'in o boğucu kuşatmasında sesleri duyulamayacak kadar çaresiz.
Evden çıktığımda, beklerdim ki, belediye otobüslerinde, metrobüslerde binlerce insan Çağlayana doğru aksın. Yollarda Saadet bayraklı otobüsler var. Gene acıyı içlerinde duyan onlar. Beklenirdi ki; Türkçülük, ulusalcılık, devletçilik, seküler muhafazakârlık yapan, eski Milli Görüşçüler, radikaller hemen herkes oraya aksın. Türkçüler ancak bağırıp çağırıyorlar. Böylesi zamanlarda bir varlık göstermiyorlar. Bastırılmış duygularla ve ön yargılarla bakıyorlar. Hadi Filistin Müslümanları Arap, Iraklı Arap, Kuzey Iraklı Kürt, Afrikalı seni ilgilendirmiyor, kan bağı üzerine ruhlarını şişirmiş olanların Doğu Türkistan'a sahip çıkması gerekmez mi?
Alana vardığımda, çarşaflı, sakallı, başörtülü örtüsüz insanların akınlar halinde gelmekte olduklarını birlikte yaşadım. Kulak verdim. İlk kez meydanda çok farklı bir kitle vardı: Çekik gözlü, acılar içinde kıvranan Müslüman Türkler. Ağlayan, gözyaşı döken, acı çeken Müslümanlar. Belki de en sahipsiz kimseler onlar. Emperyalizm onları yem olarak kullanıyor. Çünkü devler birbirlerinin alanlarına girmek istemiyorlar. Ne Amerikalılar, ne Ruslar, ne Hintliler. Çünkü hepsinin alanlarında Müslümanlar var. Biri bir diğerine müdahale ederse kendisi zorda kalacak. Birbirlerine göz yumuyorlar.
Türkiye laikleri, sekülerlerini onlar ilgilendirmez. Çünkü Türkistan Müslümanları has Müslüman ve insandırlar, mazlumdurlar.
Saadet Partisi yeni bir açılım yaptı. Müslüman Türk kardeşlerini de sorumluluk alanına aldı. Şimdiye kadar, görünen tarafıyla Türkçüler dışında onlara sahiplenen kimse görünmüyordu. Oysa bu büyü Bahçeli'nin de içinde yer aldığı üçlü koalisyon zamanında bozuldu. Reel politik duruş ve çıkar ilişkileri veya egemen güçlerin baskısı pes ettirdi. Erbakan Hoca ile başlayan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş ile bu süreçte sadece Müslümanlar değil, dünya insanlığı bu kapsamın içine girdi. Numan Kurtulmuş ile bu süreçte New York'un Washington'un arka sokaklarındaki mazlumlar da bu daireye dahil edildi. Bu bir insanlık vicdanı, sorumluluğu ve bilincidir.
Çağlayan Meydanı tarihe bir kez daha tanıklık etti. Gözyaşları dualar ve ahlar ile yeniden semaya yükseldi. Acı çeken insanlar güneşin altında saatlerce kıpırdamadan dua ve yakarışta bulundu.
Büyük bir mitingdi. Kalabalıkların ötesinde manevi büyüklük özelliği taşıyor. Dünya Müslümanlarının merkezi olan bir miting. Türkünden, Arabından, Aceminden, Zencisinden, Siyahîsinden, Beyazından, Sarısından, Kürtünden, Boşnakından, Abaza ve Çerkezinden, Çeçeninden dünya Müslümanlarının buluştuğu bir merkez. Çağlayan Meydanı Saadet Partisiyle özdeş. Saadet Partisi Mazlum ve mağdurlarla ve Çağlayanla özdeş. İnsanlık ile özdeş. Erbakan Hocadan Recai Kutan'a ondan Numan Kurtulmuş'a bir silsile devam ediyor. Bilgelikten sadakata, entelektüel bir oluşla yolunu sürdürüyor. Yeni ve gelecek zamanlara.
Saadet Partisi öncelikle Müslümanların, mazlum ve mağdurların insanlığın vicdandır.
14 Temmuz 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder