14 Temmuz 2009 Salı

OSMAN ÖZSOY

CHP'nin kendi kendini ele veren itirafı

Yazıya başlık olan konuyla ilgili ayrıntıları aşağıda vereceğim. Ama önce bu köşenin müdavimleri için bir hatırlatma gerekiyor.
Bugün aslında yazı günüm değil. Bu köşede yazılarımı Pazartesi, Çarşamba, Cuma günleri yazıyorum. Üstelik bugün bu köşede 400. yazım.
Yazı periyodu dışına bu ikinci çıkışım. İlkinde, AK Parti grubunda 24 Nisan 2007 tarihinde Sayın Abdullah Gül’ün Çankaya için adaylığının açıklanmasından birkaç dakika sonra sabah giren yazımı değiştirmiş ve “Gül, görevi sonra Erdoğan’a devredecek...” başlıklı yazı kaleme almıştım. Aynı düşüncemi koruyorum.
Sayın Gül’ün ikinci dönem büyük ihtimalle aday olmayacağını, Sayın Erdoğan ile yer değiştireceğini düşünüyorum. Sayın Erdoğan’ın Çankaya’daki varlığı ile ilgili gerek iç, gerekse de uluslararası dengeler ve kabullerin birkaç yıl öncesine oranla çok daha fazla içselleştirilmiş olduğu kanaatindeyim. En azından genel görüntü öyle.
Gelelim bugün apar topar elimize kalem almamıza neden olan konuya.
Darbeci askerlere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin iptali ve yürütmesinin durdurulmasına ilişkin dava dilekçesinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesinden önce kameralar karşısına geçen CHP lideri Deniz Baykal’ın konuşmasını izlerken hayretler içinde kaldım. Sayın Baykal ile acaba aynı ülkede mi yaşıyoruz diye düşünmeden edemedim. Öyle örnekler verdi ki, kulaklarıma inanamadım.
Aslında bu konudaki CHP zihniyetini yansıtan en önemli tespiti CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol yaptı. Aslında ağzından kaçırdı demek daha doğru olurdu.
Kemal Anadol, AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga’nın, "CHP’nin açacağı dava, Türkiye’yi Avrupa’nın gözünde küçük düşürecektir" yönündeki sözlerinin basın mensupları tarafından kendisine hatırlatılması üzerine mahkeme kapısında şunları söylemiş: “Sayın Özdalga kaçtığımız yere kadar kovalayacağını belirtiyor. Ben şimdi ona söylüyorum. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan darbe yaptıkları için askeri Mahkemede yargılandılar ve idama mahkum oldular. İdam kararını veren babası Numan Özdalga’ydı. Askeri mahkemenin duruşma yargıcıydı. Haluk Özdalga, babasıyla iftihar mı ediyor, babasından utanıyor mu, evvela onun hesabını versin."
Bu ne itiraftır böyle...
Darbeye yeltenenlere idam cezasını öngören yasa hükmünü bir suç girişimi karşısında mahkemede hükme bağladığı için bir yargıç neden utansın? Darbeye yeltenenler utanmayacak da, yasayı uygulayan hakim mi utanacak? Demek ki CHP, darbecilerin her ne şart altında olursa olsun yargılanmalarına kökten karşı demek ki...
Artık bu itiraftan sonra CHP neden Ergenekon’a sakip çıkıyor sorusuna cevap aramaya gerek kalmadı. Aynı düşünceyi paylaşanlarla kolkolalar demek ki..
Kaldı ki daha önce benzer bir konuyu “Hapşırana idam cezası...” başlıklı bir yazı ile köşeme taşımış ve şu örneği vermiştim:
“6 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi’ne başkan seçilen Ahmet Necdet Sezer’in göreve başladığı günlerde kendisine hayırlı olsun ziyaretine gidenler arasında, o zamanlar program yaptığım televizyon kanalının genel müdürü de vardı. Sayın Sezer o gün ziyaretçilere, mahkemenin aldığı kararların kimi zaman kamuoyunda tartışıldığını, ama neticede mahkemenin, yürürlükteki yasalara göre karar verdiğini anlatır. Hatta konuyla ilgili bir örnek verir. “Eğer yasalar hapşıran bir kişinin cezasının idam olduğunu yazıyorsa, yargıya düşen bunu tartışmak değil, hapşırdığı iddiasıyla önüne gelen zanlı hakkında yasanın öngördüğü cezayı vermektir. Eğer böyle olması istenmiyorsa, yapılması gereken yargıyı eleştirmek değil, yasalarda gerekli düzenlemeyi yapmaktır. O görev de yargıya değil, yasama organına aittir” der.
Sonradan cumhurbaşkanı seçilen ve CHP ile sürekli dirsek halinde olan Sayın Sezer’in o günkü düşünceleri böyle...
Demek ki Meclis yasa çıkarır, icra makamı olan kurumlar ve hakimler yasaları uygular. CHP ise Meclis’i ve sistemi kilitlemek için mahkemeleri demoklesin kılıcı gibi kullanma eğiliminde...
Kemal Anadolu dün Anayasa Mahkemesi çıkışında, bu yasama döneminde tam 33 kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurduklarını söyledi ki, yasama döneminin en fazla 10 ay sürdüğü düşünülürse, ayda 3 kez mahkeme kapısını aşındırmışlar demektir bu. Sormazlar mı insana, kankalığınız yasalarla mı, yoksa hakimler mi diye?
Son olarak önemli bir ayrıntı daha...
Sayın Baykal hitabet yeteneği muhteşem olan bir siyasi hatip. Fakat dün kendisini ilk defa, yazılı metne bağlı olarak düşüncelerini izah etmeye çalışırken gördüm. Darbeci askerlere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin iptaline ilişkin dava dilekçesinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesinden önce kameralar karşısına geçtiğinde öylesine akla ziyan laflar etti ki, bunları o mu söylüyor diye düşünmeden edemedim.
Siyasal iletişim dilinde bunun anlamı şu: Zihnindeki gerçek düşünceleri ile kağıtta yazılı olanlar birebir örtüşmediği için, başını kağıttan kaldırdığında gerçek düşüncelerini ağzından kaçırma endişesi...
Daha doğrusu, önündeki metnin kendisi tarafından hazırlanmadığı, sanki sipariş üzerine okunduğu gibi zehaba kapıldım. TSK’nın web sayfasındaki basın açıklamalarını andıran bir metindi.
CHP’nin web sayfasından alıntılayarak birkaç sözünü aktarayım:
“2002 seçimlerini AKP kazanmadı mı? Askerler seçim sonucunu mu değiştirdi? Yasaklı Sayın Erdoğan’ın tek maddelik kişiye özel yasal ile başbakan olmasının önü açıldı. Bu sürece askerler müdahale mi etti? Başbakanlığına karşı mı çıktılar? AKP istediği her yasayı çıkarmadı mı? Başbakan istediğini bakan, istediğini müsteşar, istediğini genel müdür yapmadı mı? Kendi deyimiyle 'kardeşi Abdullah'ı cumhurbaşkanı seçtirmedi mi? Buna mı müdahale etti askerler? Askerler hangi konularda siyasi iktidarı vesayeti altına aldı?”
Bu sözler karşısında sadece pes diyorum.
Lütfen TSK’ya haksızlık etmeyelim. Bu tür siyasetçiler olduğu sürece siyasete bundan daha fazla müdahil olmayan askere sabrından dolayı ancak şapka çıkarılır.
Yazıyı Kenan Evren Paşa’nın sözleri ile bağlayalım: “Eğer Baykal darbelere karşı çok duyarlıysa, önce 27 Mayıs'ı sorgulasın... O darbeye hala alkış tuttuğunu unutmasın...”
Bırakın gerilim hissetmeyi... Çok komik günler geçiriyoruz. Gülün biraz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder