Ne oluyor bu yargıçlara?
Sadece yargıçlar mı? Yüksek makamları işgal eden birbirinden değerli savcılarımız için de geçerli bu ‘ne oluyor?’ yakınması...
Konuşmayı çok seviyorlar...
Her fırsatta, her vesileyle, mutlaka siyasal sonuçları olabilecek açıklamalar yapıyorlar.
Mustafa Bumin mesela...
İki önceki Anayasa Mahkemesi Başkanı kıymetli Bumin, laiklikten eğitime, yerel yönetim sorunlarından kamu yönetimine, neredeyse her konuda konuşuyor, yorumlar yapıyor, siyasal ve toplumsal değerlendirmelerde bulunuyordu.
Daha az konuşkan bir görüntü veren bir önceki başkan Tülay Tuğcu ha keza...
Tülay Hanım’ın da neredeyse her konu için bir cümlesi var.
Katsayı meselesi mi tartışılıyor?
Hemen bir yüksek yargıç açıklaması sökün ediveriyor.
Eğitim meseleleri mi ele alınıyor, YÖK’e yeni bir statü mü tayin edilmeye çalışılıyor?
Hemen bir yüksek yargıç açıklaması sökün ediveriyor.
Kısmi anayasa değişikliği mi gündeme geliyor?
Hemen bir yüksek yargıç açıklaması sökün ediveriyor.
Meclis’te uyum yasaları mı görüşülüyor? MGK, DGM gibi sair kurumlarla ilgili yeni düzenlemeler mi yapılıyor?
Hemen bir yüksek yargıç açıklaması sökün ediveriyor.
Konuşkan yargıç ve savcılarımız arasında ilginç ve çoğu zaman ‘itiraf’ değeri taşıyan açıklamalara imza atanlar da vardı.
Biri (eski Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun’du yanlış hatırlamıyorsam), özlük haklarını gündeme getirdiği konuşmasında, ‘hakim ve savcılarımızın vicdanlarıyla cüzdanları arasında kaldığını’ açıklamıştı da, kıyamet kopmadıysa da, ramak kalmıştı.
En renklileri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları arasından çıkıyordu.
FP ve RP’yi kapattıran sanatsever Vural Savaş, ‘Niçin kapatma davası gerektiren bir suç işlediği halde DSP hakkında işlem başlatmadınız?’ sorusuna, ‘şık olmazdı’ yanıtını vermişti.
Biraz tuhaf bir Başsavcıydı.
Dilinin de ayarı yoktu.
Mesela, haklarında siyaset yasağı istediği FP’li milletvekilleri ‘habis ur’ ve ‘kandan beslenen vampirler’ diye aşağılamıştı. Siirtlileri ‘düşman işbirlikçisi’ ilan etmiş, liberal aydınları da ‘artist olacağım diye evden kaçan ve kötü yola düşen genç kızlara’ benzetmişti.
Sabih Kanadoğlu, durup durup yeni icatlar artıyordu ortaya.
Nuri Ok, ‘aydınlanma’ya takmıştı... ‘Yargının en önemli görevlerinden biri de aydınlanmayı sağlamaktır... Devlet, toplum ve birey olarak bizlere düşen görev, bu süreçten ödün vermemektir...’ diyordu.
İyi güzel de, artık anakronik bile sayılmayacak bu ‘aydınlanma’ düşüncesi de nereden çıkmıştı? Devlet, toplum ve birey olarak bizlere düşen görevin ne olduğunu artık ‘yargı’ mı belirleyecekti? Yargının bir de bilmediğimiz ‘taşıyıcılık’ (aydınlanma düşüncesi taşıyıcılığı) görevi mi vardı?
Böyleydi işte...
Dün, konuşanlar kervanına Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker de katıldı.
Hasan Bey, askere sivil yargı yolunu açan yasayı ‘biçimsel olarak anayasaya aykırı’ buluyor.
Soru şu (Devlet Bakanı Cemil Çiçek’ten tornistan edilmiştir):
Bir demokratik ülkede, yüksek yargı mensupları, siyasetçiler gibi her mikrofon uzatıldığında açıklama yapmalı, doğrudan ‘yargılama sürecine’ müdahale etmeli midir?
Daha da önemli soru şu:
Bir yasanın anayasaya aykırılığının tespit edileceği yer Yargıtay mıdır?
16 Temmuz 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder