Nabucco imzası "Sevr Sendromu"nun defin belgesidir
Ankara'da dün AB Komisyon Başkanı Manuel Barroso'ya ek olarak Avusturya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan başbakanlarıyla birlikte atılan Nabucco imzasının ne kadar "tarihi" bir olay olduğu, 2015 yılında kurulacak boru hattından gaz akmaya başladığı vakit, hatta daha ileri bir tarihte daha iyi anlaşılacak.
Nabucco, özellikle Rusya'nın Avrupa üzerindeki "tekeli"ni kırma potansiyeli bakımından tüm Batı dünyasını "stratejik" olarak ilgilendiriyor. Nabucco'nun devreye girmesiyle birlikte Rus Gazprom şirketinin üstelik Baltık üzerinden Almanya'ya gaz sevkiyatı başladığında- dünyanın bir numaralı gaz tedarikçisi konumu ortadan kalkmayacak ama Rusya'nın uluslararası siyaseti kendince biçimlendirebilmek için elinde tuttuğu "gaz transit yolları tekeli" son bulmuş olacak.
Nabucco, Hazar ve Hazar ötesi ile Ortadoğu'dan Avrupa'ya gaz taşımayı öngören 8 milyar Euro değerinde dev bir proje. Azerbaycan kıyılarından Avusturya'ya dek yaklaşık 3300 kilometre uzunluğunda bir hattan söz ediyoruz. Bunun yaklaşık 2000 kilometresi yani yaklaşık üçte ikili bölümü Türkiye'den geçmek zorunda.
Rusya tekelinin kırılması:
1. Kendiliğinden Türkiye'nin "jeopolitik" konumunu güçlendiriyor. Türkiye, Batı ile eski Sovyetler Birliği coğrafyası arasında Rusya'ya alternatif bir güzergâh haline geliyor;
2. Rusya'nın enerji güvenliğine ilişkin Avrupa üzerindeki tekelinin kırılması, Türkiye ile mümkün olabildiğinden Türkiye ile Avrupa ve genel olarak Türkiye ile Batı'nın entegrasyonunu kaçınılmaz bir "stratejik seçenek" haline getiriyor.
Nabucco'nun günlük polemikler ve hayhuyun içinde Türkiye'de çok iyi fark edilmeyen en önemli yönlerinden biri, "Sevr Sendromu"nu gömecek potansiyelidir. Avrupa'ya giden enerji transit yollarının en uzun güzergâhını ve "enerji güvenliği"nin en önemli siyasi-coğrafi güvenliğini sağlayacak bir Türkiye'nin Batı tarafından "bölünmek" istenmesi çocukları bile güldürecek aptalca bir şakadan öteye değer taşımayacaktır.
Evet, Nabucco, Türkiye'nin şu ana dek elde ettiği "toprak bütünlüğü" açısından "emniyet sübapları"ndan biri haline gelivermiştir.
Elbette, dün Ankara'da atılan imzalardan sonra gidilecek daha çok uzun bir yol var. O uzun yolda "yol kazaları" tümüyle ihtimal dışı değil. Hatta, boru hatları döşendikten sonra içine yeterli ölçüde gaz konulabileceği bile kuşkulu. Dahası, Rusya'nın Nabucco'yu gereksiz kılmak için Karadeniz altından döşenecek boru hatlarıyla Avrupa'ya nakletmeyi tasarladığı 10 milyar Euro değerindeki "Güney Akım" projesi de, Nabucco'nun büyük bir rakibi.
Ne olursa olsun, Nabucco imzalarının dün atılmış olması, çok önemli bir eşiğin geçilmiş olduğunu ifade ediyor. Azerbaycan gazı yeterli olması bile Nabucco'nun inşası tamamlandığında Mısır, İran, Irak ve Türkmenistan'dan gaz çekebileceği tahmin ediliyor. Eurasia Group adlı kuruluşun önde gelen uzmanlarından birinin şu cümlesi çarpıcı: "Nabucco'nun önünde büyük engeller duruyor ve arz bunlardan biri. Arzı garanti altına almadan boru hattınız olamaz. Ama boru hattı olmadan da arzı garanti edemezsiniz."
Şu anda Amerikalılar istemiyorsa da, İran'ın Nabucco'ya bağlanacak potansiyel tedarikçilerden biri olduğu tartışma götürmüyor. Keza Irak ve Irak Kürdistanı da öyle. Mayıs ayında Prag toplantısında, eski Sovyet cumhuriyetlerinden Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan Nabucco'ya destekten kaçınmışlar, Azerbaycan ise doğal gazını Rusya'ya satma anlaşması yapmaktaydı. Bugün gelinen noktada, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Berdimuhhademov, "Şu anda Türkmenistan'ın elinde satabileceği fazla gaz mevcut. Bunu herhangi bir müşteriye verebiliriz. Buna Nabucco da dahil" diyerek Nabucco'nun ve dolayısıyla Türkiye'nin "stratejik rolü"ne ilişkin geleceğe yönelik önemli bir sinyal verdi.
Kazakistan'ın da potansiyel tedarikçilerden olduğu hesaplanıyor.
Rusya, Ukrayna üzerinden gazı 2006 kışında kıstığı vakit, soğuktan donan, okullarını ve fabrikalarını kapatan Bulgaristan, Slovakya ve Romanya gibi ülkelerle, gaz arzlarında büyük düşme yaşayan Avusturya, Fransa, Almanya, Macaristan ve Polonya gibi diğer AB üyesi ülkelerin Nabucco projesinden büyük ferahlık duydukları kuşku götürmez.
Bütün bunlar bir de şu demektir: Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa'dan Orta Asya ve Ortadoğu'ya uzanan son derece geniş ve uluslararası siyaset açısından "hayati" alanda bir "stratejik aktör" konumuna geliyor.
Bir "uluslararası enerji kavşağı" haline gelirseniz, "toprak bütünlüğü"nüze ilişkin "uluslararası güvenceler" elde etmiş olmakla kalmaz, kendi "siyasi ağırlığınız"ı da geniş bir "jeopolitik saha"ya yaymak şansını elde etmiş olursunuz.
Nabucco'nun açtığı ya da açacağı yoldan ileriye baktığımızda, tüm "tehdit algılamaları"nın da kökten değişikliğe uğraması icap edecek. "İrtica tehdidi", devletçi-elitist dinozorların bir fantezisi haline, ister istemez, gelecek.
Peki, gerçekten Türkiye'ye önümüzdeki yakın-orta gelecekte yönelecek "tehdit" ne olabilir?
Prof. Mustafa Aydın'ın bu soruya son derece ilginç bir cevabı var; "En büyük tehdidi konvansiyonel değil, konvansiyonel olmayan yoldan açıklamak gerek ve Türkiye'ye gelecekte gelebilecek en büyük tehdit, Avrupa Birliği'nin dışında kalması olur. Daha doğru bir şekilde ifade edeceksek, Avrupa devletler ailesinin dışında kalması olacak. Eğer Türkiye, Avrupa'nın parçası, Batı'nın parçası olmaz ise, ortada sallanan ve Batı'dan tümüyle kopmasa bile oraya buraya savrulan bir ülke haline gelir. Öyle bir durumda zihinlerimiz alternatiflere yönelecek ve karar veremeyeceğiz. İç politikanın dış politikayı etkilemesi ilk kez olmayacak. Öyle bir Türkiye, içe dönük, ksenofobik, ultra-milliyetçi olacak ve her şey Türkiye'nin ekonomik istikrarını etkileyecek."
Türkiye'ye yakın-orta vadede yönelecek "tehdit" gerçekten bu olabilir ama öyle olmayacak.
Niçin olmayacak.
Yazının başına dönün ve tekrar okumaya başlayın…
14 Temmuz 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder