24 Eylül 2009 Perşembe

MUSTAFA İSLAMOĞLU

Entellektüel Sadomazoşizm

Bessam Tîbî, Batı'da yaşayan Arap asıllı bir aydın. Yıllardan beri kendi
beynini öz elleriyle yiyen bir idrak hastası gibi, kendisinin de ait olduğu
İslam'a savaş açan ABD ve Batılı müttefiklerinin cephanesine "entellektüel"
katkıda bulunuyor. Türkçe'ye "Yeni Uluslararası Radikalizm-Siyasal ve
Anarşist İslam'ın Meydan Okuyuşu" diye çevirebileceğim bir kitap kaleme
almış.


Kitabında, Batılı efendilerini, kendi öz değerleri olan İslam'a ve İslami
değerlere karşı isterik bir edayla kışkırtıyor. Bessam Tîbî, Selman
Rüşdi'nin biraz daha entellektüel olanı. Kitabı da "The Satanic Verses"in
daha rafine bir türevi.


Ben, Tîbî ve Rüşdî gibilerinin psikolojisine "entellektüel sadomazoşizm"
diyorum. Bildiğiniz gibi "sadomazo"lar, kendi kendilerine işkence etmekten
hoşlanan, bununla "tatmin" olan "ruh hastalarıdır".


Biz bu hastalığı II. Sultan Mahmud döneminden beri tanıyoruz. II. Mahmut,
atalarının devşirme geleneğini tersine çeviren adam. Bir yandan Yeniçeri
Ocağı'nı topa tutan II. Mahmut, bir yandan da Müslüman'ların cins
çocuklarını toplayarak Paris'e gönderiyordu. Bu çocuklar, ülkelerine
"Batı'nın yeniçerileri" ya da "kontr devşirmeler" olarak döneceklerdi.


Efendisi M. Reşit Paşa'ya "Sensin ol fahr-i cihan-ı medeniyyet" diyerek
"peygamber" payesi veren Şinasi sözkonusu "Batı'nın yeniçerilerinden"
sadece biriydi. Son 'Halife' Abdulmecid Efendi, Morning Post Gazetesi'nin
kendisiyle yaptığı 7 Aralık 1918 tarihli söyleşide, "Biz Türkler bütün
kültürümüzü Fransa ile İngiltere'den aldık" derken, bir anlamda doğru
söylüyordu. Tabii, cümledeki "biz Türkler"in yerini, "Biz 19. Yüzyıl
Osmanlı aydın ve aristokratları"nın alması şartıyla.


O günden bu güne, içimizdeki beyaz casuslar, emellerini müstevlilerin
emelleriyle birleştirip, kendi değerlerine, düşmandan beter düşmanlık
ettiler. Son yıllarda, entellektüel sadomazoşizmin ne derekelere
inebileceğinin çarpıcı örneklerine şahit olduk. Filistin meselesine bir
Siyonist gibi, Bosna ve Kosova'ya bir Sırp çetnik'i gibi, İran ve Sudan'a
bir Amerikan Coni'si gibi bakan Türkeyi'deki bunca aydın makulesinin
İslam'a bir "haçlı" gibi bakması hiç de ilginç değil.


Bu nedenle Cezayir haberlerini bir Fransız gibi veriyorlar. Bu nedenle,
Fransa'daki başörtülü kız Esma Nur'un davasına, Le Pen'ci bir "dazlak" gibi
"düşman"ca yaklaşıyorlar. Bu nedenle, kamuoyunu "Pişmanlık Yasası"na
hazırlamak için, eli kanlı katillere "insancıl maskelerini" takarak
yaklaşanlar, başörtülü öğretmenlerin, gencecik kız öğrencilerin
coplanmasını görmezden geliyor, kimi zaman da alkış tutuyorlar.


Bir İslami İlimler profesörü olan Prof. Dr. Ömer Abdurrahman'ı, her türlü
insanlık ve edep dışı bir tavırla "Kör İmam" ilan eden de bu beyaz casuslar
değil miydi? "Görme özürlü" demeyi bile incitici bulup "görme engelli"yi
tercih eden Batı'nın yeniçerilerinin, İslam sözkonusu olunca,
insanlıklarını nasıl rafa kaldırdıklarının tipik bir örneğiydi bu.


Tüm entellektüel sadomazoşistlere, tüm beyaz casuslara ibret olsun için
Londra'da haftalık yayınlanan Vasat dergisindeki bir söyleşiden (sayı 367,
8-14 Şubat 99) alıntı yapmak istiyorum. Söyleşi Prof. Ömer Abdurrahman'ın
ABD'li avukatı, aynı zamanda ABD Barolar Birliği eski başkanı da olan R.
Clarck'la yapılmış:


"- Yargıtay'ın cezayı onaylamayı geciktirmesinde bir takım siyasi nedenler
olabileceğini düşünüyor musunuz?


"- Elbette. Bu dava, daha önce de ifade ettiğim gibi, salt İslam'a saldırı
davasıdır. Amacı ise, tüm İslam alimlerinin, görme engellisine varıncaya
dek �Dr. Ömer Abdurrahman gibi- terörle içli-dışlı oldukları inancını
yaymaktır. Bu dava, İslam'ı, Batı'da bir "şeytan" olarak tanıtmanın aracı
kılınmıştır. Bu hedefe ulaşmak için, bundan daha güzçel bir fırsat
olamazdı. Fakat, bu amacı güdenlerin ellerinde, Üstad'a atılan suçlara
ilişkin delillerin olması gerekiyordu. Ne ki, şu ana kadar, hiç bir delil
sunabilmiş değiller. /�/ Öyle görünüyor ki, bu dava, salt siyasi bir
karardır ve amacı da bu zatın hayatını mahvetmektir. Tabi ki bu bir
cinayettir. Hatırlamak gerekir ki, bu zatı, ABD polisi, yasalara aykırı
olarak ülkere giriş yaptığı için tutukladı. Gayesi de sınırdışı etmekti,
yargılamak değil."


Söyleşiden, Şeker hastası olan Prof. Abdurrahman'ın, kasıtlı ihmal sonucu
25 kiloya düştüğünü (Hapisaneye girdiğinde 100 kilo imiş), Clarc'ın, Prof
Abdurrahman'ın ricası üzerine ta Mısır'ın Asyut'una gelip ailesini ziyaret
edip teselli ettiğini, daha da ilginci Clarc'ın, Prof. Abdurrahman'ın
savunması için ücret almadığını ve verilenleri de kabul etmediğini
öğreniyoruz.


İçimizden çıkan "entellektüel sadomazoşistler"lerden, İslam'a ve
Müslümanlara karşı R. Clarck kadar objektif olmalarını beklesek, fazla şey
mi beklemiş oluruz?