3 Eylül 2009 Perşembe

YUNUS EMRE TOZAL

Kâinatı, Kendini ve Rabbini Okumak

Modern çağın parçalanmış kimlikleriyiz. İstemediğimiz, bize ait olmayan bir hayatı yaşamaya mecbur(mu) bırakılıyoruz. Farkında olmadan ötekileşiyoruz, ötekileştiriyoruz, tek(tip)leşiyoruz, tek(tip)leştiriliyoruz.

Modern çağ yeni kavramlarla, yeni kelimelerle, yeni algılarıyla hayatımızı alt-üst etti. Evine giren insan, evini bir Hıra’ya dönüştüremediği ve nefsini dizginleyemediği için tutsak kaldı. Aile içi iletişimsizlikten ziyade teknolojinin sunduğu imkânlar ile sanal diyaloglar kurulmaya başlandı. Hayatımızı işgal eden, insanı sanal bir varlığa çeviren bu iletişimsizliğin temelinde, insanın bilinçsizliği; şuursuzluğu yatıyor elbet. Eşyayı kendisine ilah edinen insan, ilk emri “oku” olan Rabbini nasıl tanıyacaktır? Şahsiyetini inşa edemeyen, iç dünyasının eğitimini tamamlayamamış insan, yüreğini fethedememiş insan, kendi yüreğini nasıl fethedecek ki başkalarının da yüreklerini fethedebilsin? Çevremizdeki dünyayı düğmeye basmakla idare ettiğimiz zannına kapılıyoruz. Kumandalar, klavyeler, cep telefonları… Düğmeye basmakla “ol”duğumuzu, varoluşumuzu gerçekleştirdiğimizi sanıyoruz. Düğmeye basmakla sesini açtığımızı sanıyoruz dünyanın. Düğmeye basmakla vicdanımızdaki sükut çığlığımızı susturduğumuzu mu sanıyoruz?...

Modern dünyanın sunduğu hayat perspektifiyle imtihan üzere dünyaya gönderilen insanın mecbur bırakıldığı kötülük-iyilik algısı bilinçsizliği ve bunun ötesinde de hayatını bilinçsizlik üzerinde sürdürüyor olması, insanı, insanlığı, kaçınılmaz bir kargaşaya sürüklüyor. Başka bir ifadeyle, bölüştürülmüş bir ayrılık içinde siyah ve beyazın, doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün, hak ile zulmün belirsizliğinde, ayrı oluşlarının bilinçsizliğinde yaşıyor insan. Dolayısıyla modern zamanlara has modern hastalıklar yaşıyor insanlık. Anksiyete ve şizofreni gibi hastalıklar, en sağlıklı insanların bile her an yaşayabilecekleri ruhsal bunalımlar, psikolojik rahatsızlıklar konumunda olması şaşırtmamalı bizleri. Jaques Ellul bu yüzden makineleşen insanın tekrardan özgürlüğünü kazanmasına, güzel şeyler hayal etmesine umutsuzca bakıyordu: Tabiatın veya koşulların ondan talep ettiği adaptasyonlarda ne olursa olsun teknik özelliklerinde ve seyrinde kendine özgü olmaya değil, daha fazla kendisi olmaya zorluyor. Asimile ettiği her şey onun özelliklerine güç katıyor. Güzel, hoş bir şeye dönüşmesini ummak boşuna.”

Modern yaşamın coşkunluğunun, hazzın sonuna kadar tatmin edilebilirliğinin ve yaşamdaki mutluluğun sadece haz ile elde edilebilir inancının duygu patlamalarına yol açacağını, ne kadar bayağı ve anlamsız oluşunu iş işten geçtikten sonra mı öğreneceğiz? Teknolojinin esiri altında bambaşka hayatlar yaşayan insan nasıl kendisine gelebilir? Modern dünyanın baskını altına alınan insan, baskı altına alınan bilgiye nasıl ulaşılır? Savaşarak mı? Tahrir Vazifeleri adlı kitabında İsmet Özel bu konuya şöyle değinir:

“Eşya eşittir insan denkleminin bozulabilmesi, eşya aracılığıyla bir durum (statünün) değil de, bir bilgi, bir bilme türü açığa çıkıyorsa mümkün olabilir. Bu da ancak dil yoluyla itminan sahibi olabilen insanların kültürü biçimlendirdikleri şartlarda gerçekleşir. Eğer insan hayatı teknoloji ve piyasa arasında kurulan koalisyonun sultası altındaysa ve insanlar eşyayı (gücün, refahın) bir işareti saydıkları halde, eşya insanın (kimliğini, kişiliğini) işaret etmiyorsa toplum hayatında yapısal bir baskı ve şiddet yürürlüktedir. Bu baskı bilgiyi örter. Demek ki bilginin aydınlığa kavuşması baskının savılmasını gerektirir. Dil yoluyla itminan sahibi olmakla savaşçı olmak böylece aynı kapıya çıkar.”

Sekülerleşmiş insan, bugün için hakikat zemininden son derece uzakta yaşamaktadır. Maskeli yaşam insanı hakikatten uzaklaştırmakla kalmamış, haz, heyecan, şöhret, makam-mevki sevgisi gibi insanı kendisine tutsak bırakarak, insanı tahrif eden yönleriyle menfaatçilik kapanına kıstırmış, modern birey haline dönüştürmüştür. Onun için doğru, güzel olan; hak olan, acele problemler ve yakıcı sorunlar olarak sürekli önündedir. Maskesini çıkaramadığı müddetçe de önünde olacaktır, vicdanının sesini susturamayacaktır.

Doğrunun bir yalan olmamasını, iyinin kötüye dönüşmemesini, güzelliğin yerini çirkinliğe bırakmamasını, zulmün adaletin yerine ikame edilmemesini ve insan hayatının kargaşa içinde yuvarlanmamasını garanti eden üstün bir yasa; adalet; güvenlik var mıdır? Bir koşturmaca içerisindeyiz. Kuytu kuyulara düşmüşüz. Hak ile batılın mücadelesi içerisinde yüreğimiz bir kıvılcım bekliyor. El-Vedud’’a yâr olabilecek bir kıvılcım… Kâinata eşref-i mahlukat olarak gönderilen insan, nereden, nasıl başlamalı ki, zulmün yerini adalet alsın, çirkinliğin, fenalığın ve azgınlığın yerini güzellikler alsın, iyi kötüye dönüşmesin?...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder