3 Şubat 2009 Salı

Bir yerel lider

Yaklaşan seçimler kamuoyu anketlerinin değerini de bir anda artırdı. Aslında bunun ‘yerel’ yöneticilerin seçimi olduğu düşünüldüğünde, genel siyasi eğilimlerin ve algılamaların çok önemli olmaması beklenirdi. Ama bu kez durum farklı... Ergenekon dava sürecinin gölgesinde yaşanan bu süreç, Türkiye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini de ima edecek. Çünkü bütün belediye başkanlıkları bir yana, en kritik sonuç AKP’nin toplam olarak ne kadar oy alacağı. Eğer bu oran yüzde 50 civarında olursa, Ergenekon ağının üzerine gidileceğini, sivil/asker ilişkilerinde yeni bir denge oluşacağını ve AB yolunda daha rahat ilerleneceğini tahmin edebiliriz.

Böyle bir sonucun sağlanması ise sadece siyasi değerlendirmelere ve hükümetin atacağı adımlara bağlı olmayacak. İşin içinde bir de psikolojik faktörler var... Böylesine büyük kırılmaların, geleceği belirleyecek iktidar paylaşımlarının eşiğinde liderlik son derece önemli bir faktör haline geliyor. İki gün önce sözünü ettiğim GENAR anketinin hangi lideri kendimize ‘yakın’ bulduğumuza ilişkin sorusuna dönersek, Erdoğan zaten rakiplerinin epeyce önünde. Baykal ve Bahçeli’nin oyu yüzde 14 iken, Başbakan’ınki yüzde 44...

Ama bu Davos’tan önceydi! Erdoğan’ın naklen yayımlanan basın toplantısında Peres’in kendine fazla güvenen tavrına verdiği diplomasi dışı yanıt ve ardından sözü kesildiği için toplantıyı terk etmesi ibreyi bir anda yerinden oynattı. Nitekim hemen o gün yapılan bir telefon anketinde Başbakan’ın tavrını olumlu bulanların yüzde 80’e tırmandığı anlaşıldı. Bu oranın kalıcı olması beklenemezse de, Erdoğan’ın şu an için rakiplerine karşı ezici bir psikolojik üstünlüğü olduğu söylenebilir.

Birçok yorumcu bu olağanüstü desteğin Türkiyelilerin milliyetçiliği veya ulusal kibri ile açıklanabileceğini düşünebilir. Gerçekten de böyle insanların bu topraklarda epeyce çok olduğu açık. Ama Erdoğan’ın çıkışı tamamen farklı zihniyette, kendilerini milliyetçiliğe karşı konumlayan insanların da desteğini aldı. Çünkü son dönemde yaşanan zihni dönüşümler, bir örneğini Obama’ya verilen destekte ve onun yarattığı beklentide de gördüğümüz üzere, ahlaki zemine dayanan yeni bir siyaset dili talebine tekabül ediyor. Ulus-devletlerin ahlakı bir yana bırakan veya onu çıkarcı bir bakışla manipüle eden tavrının doğru olduğu fikrinden giderek uzaklaşıyoruz. Ulus-devletlerin insanı hiçe sayan soğuk faydacı mantıklarının sadece husumet, çatışma, acı ve ölüm getirdiğini görmezden gelemiyoruz. ‘Milli değerlerin’ ardına gizlenen siyasetlerin insani olanı unutturduğunu fark ediyoruz...

Tam da bu noktada Erdoğan’ın tavrı milli olana karşı insani olanı temsil ettiği için önemlidir. Bu belki de derinliği olan bir siyasetin dışa vurumu değildi... Ama kişilikten kaynaklanan bir tepkiselliğin ötesinde samimi bir kaygıyı da yansıtıyordu. Dahası Erdoğan bu tutuma Davos’a gidişinden çok daha önce gelmişti. Nitekim Türkiye’nin arabulucu olabilme yeteneğini, Gazze’de yaşananların ışığında elinin tersiyle itmekten çekinmemişti. Arabulucu olabilmek belki Türkiye’nin ‘milli çıkarları’ açısından daha makbul bir durumdu. Ama insani olanı görmezden gelmeyi ima eden bu tutumu taşımak Başbakan’a zor geldi.

Bugün Erdoğan etkisi ülke sınırlarını zorlayan bir lider görünümünde... Ama hâlâ ‘yerel’ bir siyasetçi. Çünkü doğru tutum ve tavrı henüz doğru bir dille bütünleştirebilmiş değil. ‘Siz’ öldürmeyi bilirsiniz diyebiliyor. ‘Siz’ kelimesini kullanırken, kimi kast ettiğini belirginleştirmek zorunda olduğunu düşünmüyor. Acaba bu ‘siz’ denenler Yahudiler mi? Karşı çıktığını söylediği antisemitizmin kıyısında mı geziniyor acaba Başbakan da? Öte yandan pek gecikmeden duyduğumuz gibi, eğer ‘öldürmeyi bilen’ bir ‘siz’den söz edilecekse, aynı lafın Erdoğan’a karşı da kullanılacağını öngörmek o kadar zor değil... Aksi halde Filistinli çocukları hissederken, Kürt çocukları hissedemediğiniz anlamı çıkar.

Erdoğan’ın ‘benim milletim sünepe değildir’ türünden lafları da henüz yerel bir siyasetçi olduğunun nişanesi. Yoksa Başbakan bazı ‘milletlerin’ sünepe olduğunu mu düşünmekte? Bu tür bir dil, sizi farkında bile olmadan ırkçılığın sularına taşır. Etnik ve dinsel kimliklerin, ‘milletlerin’ iyi veya kötü özelliklerini vurgulamak, ancak yerellikten kurtulamamış, hamaseti siyaset sanan popülizan liderlerin sözel refleksini yansıtır. Ve bu refleks, hemen her zaman gizli ve ‘yumuşak’ bir ırkçılığı ima eder.

Erdoğan’ın bir bölge lideri ve dünya siyasetçisi olarak geleceği parlak... Çünkü ahlakı ve adaleti unutmayan, samimiyetten feragat etmeyen bir kişiliği var ve bunu korkusuzca siyasetin içine salmakta tereddüt etmiyor. Dünyamız bu tür siyasetçilere aç... Ama bir şartla: Sözün nüanslarının farkında olmaları, milli bakışın tevazuu engellediğini görmeleri koşuluyla. Başbakan’a naçizane tavsiyemiz ‘biz’ ve ‘siz’ kelimelerini söz dağarcığından çıkarmasıdır. Bunlar ‘ben’ ve ‘sen’den çok daha tehlikeli kavramlar... Kişiyi yerelliğe mahkûm eden ideolojik prangalar...
Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder