DIŞİŞLERİ Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu bir grup gazeteciyle görüşüyor; o anlatıyor, biz sorular soruyoruz.
Önce, dış politikada görüş sahibi olmak için gereken bilgi birikimi ve vizyon genişliği...
Davutoğlu’nun şu sözlerinin altını çiziyorum:
“Avrupa Birliği sürecini, Türkiye’nin son 200 yıllık kendini reforme etme ve gerekli uluslararası şartlara uyum gösterme çabasının, yani bir reform sürecinin parçası olarak görüyoruz.”
Örnekleriyle anlatıyor:
- Avrupa’da 1648 Vesfalya diplomatik düzeni, bizde kargaşalı bir dönemin ardından Köprülüler’in reform dönemi.
- Avrupa’da 1815 Viyana Kongresi, 1839 Tanzimat reformları...
- 1856 Paris Kongresi’yle Islahat Fermanı arasındaki kuvvetli bağ...
- İngiltere’yle savaşmış Atatürk’ün, Batılılaşma reformları ve Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne üye yapması.
Hatırlatayım; MC, İngiliz öncülüğünde bir kuruluştu.
Bu iki asırlık süreçte kanlı savaşlar bile yaşandı ama ana doğrultu değişmedi. Bunun adı bugün AB sürecidir.
Çok yönlü politika?
AB yönelişi bu kadar esaslı olan Davutoğlu’nu, “Türkiye’yi Ortadoğu’ya kaydırıyor, Neo-Osmanlıcı” falan diye suçlayanlarımız olmadı mı?!
Elbette Davutoğlu ‘alafranga bir romantik’ değildir. AB yolundaki karmaşık satrançları çok iyi görüyor. Ortadoğu ve Kafkasya’da güçlenecek bir Türkiye’nin AB sürecinde elinin güçleneceğini de görüyor.
Bu resmin bütününe bakmadan Davutoğlu’nun Ortadoğu’da etkin bir politika yürütmesini “Bizi Batı’dan koparıyor” diye suçlamak ancak önyargıyla veya karmaşık konuları karikatürleştirme hafifliğiyle mümkündür.
Davutoğlu’nun kendisi de sohbetimizde “konjonktürel girişimlerimizi değerlendirirken büyük resmi gözden kaçırmamak” gerektiğini vurguladı.
Ben de AB sürecini kuvvetle savunurum ve elbette egzantrik Sarkozy’nin dillendirip durduğu “Türkiye karşıtı şovenizm”i de görüyorum. Türkiye’nin önünde Merkel’den ziyade, asıl problem Sarkozy ve “Fransız şovenizmi”dir. Ama tarihin temel dinamiklerine aykırı olduğu için, göreceksiniz, “Fransız şovenizmi” zamanla Avrupa’da da büyük tepkilerle karşılaşacaktır. İsveç, bu tepkileri açıkça ortaya koydu zaten; yalnız da değil.
Ermenistan ve Azerbaycan
Kıbrıs’ı başka bir gün yazacağım. Gündemdeki sıcak konu, Ermenistan ve Azerbaycan...
Türkiye Ermenistan’a taviz verdi; Azerbaycan’a ihanet etti!
Sansasyonel manşetler cinsinden kolay ve provokatif laflardır bunlar.
Sohbetimizde Davutoğlu’nun belirttiği gibi, Türkiye’nin yaptığı Ermenistan açılımı,“unutulmuş Karabağ sorununun” yeniden gündeme alınmasını sağladı; ve işte hem ABD hem Rusya, Karabağ meselesinin çözümü için “Minsk sürecini” hızlandırdı. Bu elbette Azerbaycan’ın aleyhine...
Bu noktada diyebilirsiniz ki, bir şey hem Ermenistan’ın hem Azerbaycan’ın ve aynı anda Türkiye’nin lehine olabilir mi?!
Hem Amerika hem Rusya, Karabağ sorununun çözümünü isteyebilir mi?!
Fakat konuya “Kafkasya’da istikrar ve güvenlik” vizyonuyla baktığınızda, bu aktörlerin çatışan menfaatlerinden daha büyük olan ortak menfaatlerini, yani “resmin bütününü” görmek ve göstermek mümkün oluyor, Kafkasya sorunlarının çözümü “uzun ince bir yol” açılabiliyor.
Türk dış politikası ‘büyük resim’ itibariyle doğru yoldadır.
Taha Akyol
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder