Türkiye'nin yeni kozu
Ne zaman Avrupalı bir yetkili ile masaya otursanız, borçlu kalkarsınız. Bu, bir gazeteci için geçerli olduğu kadar, herhalde devlet adamlarımız için de böyledir. Çünkü üye olmak, kabul edilmek isteyen tarafsınız. Ama onay veren, kabul eden veya etmeyen karşı taraftır.
Milli duygularla buna kızabilirsiniz. Ama öncelikle ilişkinin tabiatından dolayı bu böyledir. AB'yi prestijli bir kulüp olarak kabul edersek, her yerde olduğu gibi üye olmak isteyenin şartları yerine getirmesi gerekir. Bu gururunuzu kırıyorsa veya bunda bir fayda görmüyorsanız, vazgeçer, rahatlarsınız.
İkincisi, şayet eliniz sağlam değilse, demokrasideki kusurlarınız, kırılgan iç barışınız, sivil-asker ilişkileriniz, gelir dağılımındaki uçurumlarınız yüzünden görüşmede hep noksanlarınız gündemi belirliyorsa, yine masadan borçlu kalkarsınız. Zayıf yönleriniz yüzünden dişe diş pazarlık yapamaz ticaret, gümrükler gibi konularda ağzınızı fazla açamazsınız. Hatta bazen bu somut haklarınızı, diğer alandaki ayıplarınızı örtmek için rüşvet olarak verirsiniz. Maalesef, uzun yıllar Türkiye-Avrupa ilişkilerinin seyri bu şekildeydi.
Ancak hava yavaş yavaş değişiyor gibi. Türkiye'ye Avrupa'dan gelen itirazlardaki değişim de bunun göstergesi. Artık Türkiye'yi Avrupa'da görmek istemeyenler, buna gerekçe olarak demokrasimizi, Kürtlere yapılan muameleyi, insan haklarındaki eksikleri gündeme getirmiyorlar. Türkiye'nin kültür olarak Avrupa'ya ait olmadığını, Avrupa'nın sınırlarının İran'a, Suriye'ye kadar uzanamayacağını, bunun Hıristiyan temellere dayanan AB projesine ihanet olacağını dillendiriyorlar. Bu değişimde Türkiye'nin ev ödevlerini yerine getirme konusunda son dönemde ortaya koyduğu performansın payı büyük.
Bunda Türkiye'nin bölgesinde yükselen stratejik öneminin de büyük rolü var. Konulara duygusal bakan bazı Avrupalılar hâlâ kabul etmese de biraz stratejik düşünebilen çok sayıda Avrupalı, Türkiye olmaksızın Avrupa Birliği'nin küresel bir aktör olamayacağını net olarak görüyor. Ya da en azından küresel alandaki rekabette Türkiye'nin nüfusu, kültür yapısı, coğrafî konumu ve ekonomisi ile Avrupa'ya çok büyük avantajlar sağlayacağını görüyorlar. En bağnaz gerekçelerle bize karşı çıkan Avrupalı liderlerin bile Türkiye'nin Avrupa'ya sıkı şekilde bağlanması gerektiğini vurgulamalarını, başka şekilde anlamak zor.
Dün önemli bir AB yetkilisi ile görüşürken, Türkiye'ye bakıştaki bu değişimi çok somut bir örnek üzerinden gördüm. Görüştüğümüz isim, Avrupa'nın enerji güvenliğine katkıda bulunacak ve Rusya'ya olan bağımlılığını azaltacak Nabucco projesiyle ilgili önemli bir gelişmeyi bizimle paylaşıyordu. Uzun zamandır konuşulan ve Avrupa ülkelerinin çok dağınık bir tablo sergilediği bu projenin tarafları, teknik düzeyde aralarında anlaşmıştı. Siyasî düzeydeki görüşmelerin ardından, önümüzdeki ay projede yer alan Avrupa ülkelerinin devlet başkanlarının katılımıyla Türkiye'de anlaşma imzalanacak.
ilk kez bir Avrupalı yetkilinin ağzından stratejik bir konuda Türkiye'den ortak olarak söz edildiğini duydum. Çünkü yetkili, enerji güvenliği ve kaynakların çeşitlendirilmesi konusunda çıkarlarımızın paralel olduğunu söylüyordu. Bu konudaki Türkiye-Avrupa karşıtlığı döneminin geride kaldığını, Avrupa'nın Türkiye ile birlikte kaynak ülkelerle masaya oturacağını ifade ediyordu. Azerbaycan'da projenin ilk aşaması için yeterince gaz olduğunu ve ufukta hiçbir sorun görünmediğini ekliyordu. "Nabucco'dan gelen gaz, Avrupa'nın Rusya'ya bağımlılığını ne kadar azaltacak?" soruma aldığım cevap, konunun Avrupa için ne kadar hayati olduğunu gösteriyordu: "Bağımlılık ne kadar düşse kârdır."
Avrupalı yetkilinin bu sözleri, Türkiye'nin doğusundaki ülkelerin sahip olduğu doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınmasının ötesinde bir anlam taşıyor. Çünkü bu proje ile ilk kez bu kadar somut şekilde Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı görünür hale gelecek. Türkiye, Bulgaristan'dan Çek Cumhuriyeti'ne her kış donma tehlikesi yaşayan milyonlarca Avrupalıya el uzatan ülke konumuna yükselecek. İnsanları kış soğuğundan koruyan gazın Türkiye'den geliyor olması, Avrupa kamuoyundaki imajımıza olumlu katkı sağlarken, Avrupalı liderlere de seçmenlerini ikna için somut bir gerekçe sunacak. İçeride birbirimizle uğraşmayı bıraksak, Türkiye'nin yarınının bugünden parlak olacağı kesin.
27 Haziran 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder