Bu ülkede kim fazlalık?
Hukuk devletinde kim ceza verir? Tabii ki mahkemeler diyoruz ama ülkemizde dikkat ediniz birçok bağımsız uzman kuruluş harıl harıl ceza kesiyor. Evet, bu cezalar yargıya açık ama yargısal süreç zaten bu cezaların süresinde sonlanmıyor ki. Yani cezaların yargısal aşama sonrası uygulama yerine önce ceza sonra sen vatandaş olarak devlete karşı kendini akla deniliyor.
Birey devletle nasıl baş edebilir?
Ülkemizin demokratik yapısının nasıl hassas zeminde oturduğuna dair örnekler saymakla bitmez ki. Ama benim ilgimi çeken özel konulardan biri de şu vergi değil de harçlardır. Bir hukuk devletinde parayı devlet toplaması gerekir. Oysa ülkemizde öyle bir yapılanma var ki vatandaştan çatır çatır harç adı altında haraç gibi para toplanmaktadır.
Mesela bir işlem yapacaksınız ve devlet size bu işlemi zorunlu kılıyor. Karşılığında o işlemle uzaktan yakından alakası olmayan bir para talep ediliyor. Örneğin sadece bir mühür için 100 TL öderken pulun altında bilmem ne vakfı diye yazıyor.
Bir işletme açacaksınız, bu ülkede işçi çalıştırıp istihdam edeceksiniz, inanın yandınız. Artık sizin başınızda devlet adına vergi isteyenler kadar, harç-aidat-haraç gibi para isteyen sayısız kuruluş-oda-borsa-dernek çıkacaktır.
Bu ülkede iş kurmak için odaya, borsaya, derneğe, birliğe veya bilmem kaç yere daha üye olmak zorunludur. Durun daha bitmedi. Bu zorunlulukların karşısında ise bu yerlere paraları düzenli veya kâğıt karşılığı ödemek zorundasınız.
Sizin o paralar karşılığında o yerlerin başkanlarının Mercedesleri, jipleri olabilir. Araştırma, soruşturma adına alakası olmayan ülkelere gezilere çıkabilirler. Yıllarca başkanlık koltuklarında krallardan daha kral da yaşayabilirler. O paralar o kadar büyük güç sağlar ki artık o güçleri çökertmek imkânsız hale gelmiş olabilir.
Basit bir konut sitesinde dahi toplantılara bakınız, kavgalar alır başını gider. Hizmetle hiç uyuşmayacak bir gider tablosuna karşı, yönetimin belirlediği aidatı aile sahiplerinden alırlar. Hani demokrasi azınlık haklarının savunulduğu rejimdir derler ya; oralarda azınlık hakları söz konusu olamaz.
Son günlerde bir tartışma oldukça fazla ilgi çekici seyir aldı. TİM Yasası sonrası “TİM'e ne gerek var” diyorlar. Bunu söyleyenler ve hepimiz acaba önce şöyle bir soruyu kendimize sorsak ya “bize ne gerek var? Biz ne yapıyoruz? Ne üretiyor, ne hizmet veriyoruz?”
TİM Yasası'na karşı çıkışlarda ilgimi çeken çok özel noktalara oluyor. “Bu hizmet zaten bedelsiz verilebilir” diyorlar. O zaman sormazlar mı “siz şu anki hizmeti bedelsiz mi yapıyorsunuz?” Bedelsiz bir hizmet yapın da görelim.
“Bizim gelirimiz yasayla” diyorsak, o yasanın kalkması için hiç istekte bulunuldu mu? Üyelerimizden aldığımız aidatlar ile faiz geliri üzerine bankalara sırtımızı yasladık mı? Söylemimiz ile eylemimiz ne kadar çelişmiş diye kendimize dönüp bakıyor muyuz?
Bugün Türkiye'nin demokratik yapısının değişmesi için işi sadece hükümete, siyasete yıkmamak gerekiyor. Önce kendimize bakmamız gerekiyor veya kendi sektörümüzdeki diğer kişilere. Bu ülkeye şunlar bunlar fazlalık derken acaba biz nerdeyiz?
Bu ülkeye kim gerçekten fazlalık?
Yeni Şafak Gazetesi ekonomi ekibimizden Yılmaz Yıldız krizin göbeğinde 1 Aralık 2008'de çok güzel bir haber hazırlamıştı. “Muhtaç Olduğun Para Odanda Mevcuttur” haberi, krizde bankalara kredi verin diyen kesimlerin kasasındaki paralara dikkat çekiyordu. Bu haberin ardından birçok oda kasalarındaki sadece bir kısım paraları kredi olarak üyelerine aktarmaya başladı. Bu haber ile Yılmaz Yıldız MÜSİAD ödülünü almıştı. Bence bu haber yılın ekonomi ödülüne layıktı. Çünkü bu haber; Türkiye gerçeğini yansıtıyordu.
Söylem ile eylemin çarpıklığını gözler önüne sermişti.
25 Haziran 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder