11 Şubat 2009 Çarşamba

Kod adı yetim

Ergenekon şüphelisi emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün ifadelerinde ismi geçen Faruk Demir, önceki gün yanımdaydı. İlk defa karşılaştık.
Yüksek Strateji Merkezi Başkanı ve yıllarca derin koridorları arşınlamış ilginç bir sima. Neoconlara yakın görüşleriyle bilinir. 2003 yılında 1 Mart tezkeresinin hızlı savunucularındandı.
Medyaya yansıyan ifadelere göre; Ersöz'ün 'Faruk Demir bana dört sayfalık darbe sunumu yaptı' sözleriyle yeniden gündemde.
3 Şubat'ta bu haber gazetelerde yayınlanınca, 4 Şubat günü soluğu doğru Beşiktaş Adliyesi'nde almış. Saat 16.30'da adliyeye vardığında, Zekeriya Öz veya soruşturmada yer alan başka bir savcıyla görüşmek istemiş. 'Yarın gel' demişler.
5 Şubat sabahı 09.30'da adliyenin önünde hazır beklemeye başlamış. Birkaç telefondan sonra 'savcılar şu anda iddianame hazırlıyorlar' cevabı üzerine eli boş dönmüş.
Dedi ki: 'Savcılarla görüşebilseydim her şeyi olduğu gibi anlatacaktım. Gerçi görüşmeler kayda alındığına göre hepsinden haberdar olabilirler ama kafalarına takılan başka sorular varsa da cevaplardım.'
Stratejist olarak Jandarma istihbarata üç kez gittiğini, bu görüşmelerde Hasan Atilla Uğur'un da sürekli olduğunu anlattı: 'Biri sağda diğeri solda ben de ortada otururdum. Her defasında aynı yerde oturtuldum. Demek ki kamera düzeneğine göre oturtulmuşum.'
Anlattığına göre bu görüşmeler, üç temel konu üzerinde yoğunlaşmış:
-ABD'nin Irak'ı işgali.
-Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği.
-AK Parti iktidarı.
Görüşmeleri özetle şöyle yorumluyor: 'Irak'a giren ABD'nin ileride Türkiye'ye de gireceğini ve işgal edeceğini, ABD'nin AK Parti'yi de bu amaçla iktidara getirdiğini, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün de bu amaca hizmet ettiğini düşünüyorlardı. Özkök Paşa'dan 'yetim' koduyla söz ediyorlardı.'
Demir'in bu anlatımı, darbe senaryolarındaki 'kodlar' ile örtüşüyor. Sarıkız darbe senaryosunda; Cumhurbaşkanı Sezer 'yörük', Başbakan Erdoğan 'gemi aslanı', Genelkurmay Başkanı Özkök 'yetim', milletvekilleri 'tayfa', TSK 'ocak', YAŞ 'çadır', TBMM 'salon', bütçe 'kasa', MİT 'gözlük', polis 'ayna', medya 'karanlık doğan', Deniz Kuvvetleri Komutanı 'penguen', Jandarma Genel Komutanı 'leopar', Hava Kuvvetleri Komutanı 'şahin', Kara Kuvvetleri Komutanı 'kaplan' koduyla anlatılıyordu.
Gelin bu kodlarla Sarıkız'ı yeniden okuyalım: 'Ocak inisiyatifi ele alacak, yetim istirahate çekilecek, önemli sayıda tayfa gemi aslanını terk edecek, yörük evinde kalacak, leopar, penguen, şahin, kaplan sert açıklamalar yapacak, yörük darbeyi desteklerse desteği sağlanacak.'
Demir, kendi fikirlerinin ise aksi istikamette olduğunu söyledi: 'Türkiye'nin menfaatinin ABD ile stratejik ilişkiden geçtiğini, Türkiye'nin ABD ile birlikte Irak'a girmesi gerektiğini söyledim, 'ya girersin sahibi olursun ya da dışarıda kalırsın' dedim. Bu yolla terörün de biteceğini anlattım. Ama onlar ısrarla ABD'nin Türkiye'yi böleceğini söylediler.'
Bir darbe sunumu yaptı mı veya böyle bir girişimden o tarihte haberdar oldu mu?
Demir'in cevabı: 'Kesinlikle bir böyle bir sunum yapmadım. Herkese gönderdiğim analizlerimin birer örneğini onlara da verdim. Ayrıca onlar beni Amerika'ya yakın gördükleri için söylediklerimi hep 'karşı mesaj' olarak algıladılar. Darbe planından haberim olmadı ama çok huzursuz, tepkili halleri vardı.'
Uzun bir sohbetti. Özetle anlattıkları böyleydi. Söyledikleri, Sarıkız ve Ayışığı senaryolarının planlandığı 2004 yılında jandarmanın nasıl bir ruh hali içinde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Ergenekon davası bombalandı
Ergenekon şüphelisi Şener Eruygur'un eşi Mukaddes Eruygur'a ait olduğu iddia edilen bir görüşme kaydı, dün internet sitelerindeydi. O kayıtta en dikkat çekici bölüm, '12. ve 14 Ağır Ceza Mahkemesi bizden' lafı.
Bu lafı, mercek altına iten ana sebep, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin henüz ortada iddianame bile yokken verdiği 'beraat' niteliğindeki tahliye kararıdır.
Mukaddes Hanım böyle bir laf etmiş midir, etmemiş midir, yoksa kayıt montaj mı, değil mi belli değildir. İnanın, hiç de önemi yoktur.
Bir insanın topal olduğunu anlamak için üç kilometre yürütmeye gerek yoktur, iki adım attırırsın aksıyorsa topal dersin.
Sözgelimi; Zihni Çakır'la ilgili Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Hakkı Yalçınkaya'nın verdiği hapis cezası gerekçesini okuyunca, birilerinin 'bizden' diye yüksek sesle bağırmasına gerek var mıdır?
Doğaldır; hakim, kitaptaki konuları soruşturmanın gizliliğini ihlal ve adil yargılamayı etkileme suçu olarak kabul edip hapis cezası verebilir. Ama gerekçesinin hukuki olması gerekir. Gerekçeyi okuyunca kimi hakimlerimizin nasıl bir ruh ikliminde karar verdiklerini görüp üzülüyorsunuz.
Nitekim, daha sonra Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz'le telefon görüşmeleri ortaya çıktı. Maşallah muhabbetlerine diyecek yok.
Bülent Ersoy'un bir TV kanalındaki sözleri üzerine 'halkı askerlikten soğuttuğu' iddiasıyla dava açan Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Ali Çakır'ın gerekçesinin de ondan hiçbir farkı yoktur.
Sanki 'destan' gibi...
Hukuku zorlayan bu gerekçeler, ister istemez İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin aynı minvaldeki gerekçesini tartışılır hale getirdi. Birinin kalkıp şunu izah etmesi gerekir; Binlerce sayfalık dokümanı ve iddianameyi görmeden nöbetçi mahkemenin bir hakimi, bir şüpheliye 'sen suçsuzsun' nasıl diyebilir?
Önceki yazımda ifade ettim, sorun, tahliye kararı değildir. Hakim, delilleri karartma ihtimali görmeyerek böyle bir karara hükmedebilir. Sadece böyle dese ve tahliye kararı verseydi, kamuoyu vicdanı sızlamazdı.
Savcılar iddianame hazırlıyor, bir hakim, 'niye uğraşıyorsunuz, bu adam suçsuz' dercesine kitabın ortasından dalıyor.
En basit tabirle, bu karar, bir başka mahkemedeki adil yargılamayı etkilemek anlamı taşır. Amiyane tabirle, Ergenekon davası bombalanmıştır.

Şamil Tayyar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder