14 Ocak 2009 Çarşamba

Sağımız solumuz Ergenekon

Sabah evden erken çıktığım için Taraf'a da göz atamamıştım. İş yerine varıp internete girdiğimde bir haber sitesinde Etyen'in yazısı çıktı karşıma. “Ermeniler, Türkler, kendimiz” başlıklı güzel bir yazı.

Etyen, uzun uzun, ince ince analız ediyor malum ruh halini. Ermenilere atfedilen “toprak talebi”ni nasıl anlamak gerekir, Ermeni cemaati için “toprak” neye tekabül ediyor; “her türlü göçmene bağrını açan ve sürekli kendini yeniden harmanlayan Anadolu kültürü” çerçevesinde bu ne anlama geliyor; “İç içe geçmiş iki Türk imgesi” nasıl bir şeydir; “inkârcı yaklaşıma duyulan öfke” nasıl analiz edilmelidir; “birbirini besleyen milliyetçilikler” sorunu konuyu anlamamızda nasıl merkezi bir role sahip; “milliyetçilik” niçin “hiçbir toplumun kendini sakınamadığı bir hastalanma hali”…

Dedim ya, Etyen'in son dönemlerde yazdığı en iyi yazılardan birisi ile karşı karşıyayız.

Yazıyı okuyunca “Yarınki yazım bu yazının şerhi olsun bari” dedim içimden.

Tam o sırada haber sitesinde yazının altına düşülen “Yorumlar”a takıldı gözüm.

Olay sabah erken saatlerde gerçekleştiğinden altta sadece iki yorum yer alıyordu. (Sonradan bollaşmıştır muhakkak!)

Yorumlardan birisinin başlığı: “sayın yazar demek gelmiyor içimden” şeklindeydi. Altını okumadım tahmin ettiğiniz gibi.

İkincisi “Öylemi Sayın Mahçupyan peki” başlığını taşıyordu. “Peki”den sonra nelerin sökün edeceği besbelli olduğu için onu da geçtim.

Sonra da, “Türkiye'ye küsüp” yazıya şerh düşmekten vazgeçtim. Aynı zamanda üzülerek tabii ki; Ergenekon denilen “ahtapot” nasıl da yaygın-paylaşılan bir şey böyle… Son derece güzel bir yazı bir şey anlatamıyorsa, benim şerhimin ne kıymeti olabilirdi ki?

Söylemişlerdi ama bakmayı unutmuştum. Sakarya Üniversitesi'nde “Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi” adıyla vaftiz edilen bir enstitü varmış. “Yorumlar”dan kaynaklanan bir çağrışımla açtım siteyi bu sefer. “Merkez”in “biz kimiz” çerçevesinde sitesine koyduğu iki satır açıklamada şöyle deniyor: “…özellikle bazı çevrelerce gündeme getirilen sözde soykırım hakkında araştırma yapmak…”

“Yahu bu ne acelecilik böyle” dedim içimden. “Daha ilk günden 'sözde' dediğinize göre, Merkez'i kapatabilirsiniz artık.” Bu nasıl bir “Araştırma Merkezi” böyle…

Dedim ya, Ergenekon denilen “ahtapot” nasıl da yaygın-paylaşılan bir şey böyle…

“Merkez”e ulaşmışken “Arabozucu Kampanyaya Tepkiler” başlıklı “araştırma”ya da şöyle bir göz attım. Aktarıyorum: “Ankara, Erzurum, Malatya,Tokat, Kayseri, Eskişehir, Çankırı, Erzincan, Sakarya, Hacettepe Üniversitesi Senatosu'ndan yapılan açıklamada 'Ermenilerden Özür Dileme” kampanyası ile ilgili, geçmişte yaşanan ve tarihe mal olan olayların belirli bir sebep-sonuç ilişkisi içinde ve tarih metodolojisi ile değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.”

Görüyorsunuz, çok hoş bir metin bu. “Tarihe mal olmuş olaylar”, ”sebep-sonuç ilişkisi”, “tarih metodolojisi” filan, ne güzel terminoloji bu böyle…

Ergenokon'u küçümsemenin niçin yanlış olduğunu anlıyorsunuz değil mi?

Sonra bir gazete haberine ilişti gözüm. Bir dönem Yeditepe Üniversitesinde görev almış bir öğretim üyesi, Bedrettin Dalan'ın yakın çevresinin “aleviler”den oluştuğuna dikkat çekmiş. Eksik olmasın, gazete de bizim dikkatimizi çekiyor.

Ergenekon'un kollarının nerelere uzandığından söz ediyordum ya…

İnsan Hakları Derneği eski İstanbul Başkanı avukat Eren Keskin, Eşkişehir Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Hani şu artık “sebep-sonuç ilişkisi” ve “tarih metodoloji” çerçevesinde anlaşılması gereken ünlü pankartlara ilişkin. “Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez” / “Köpeklere Giriş Serbesttir” pankartları yani.

Düşünebiliyor musunuz; Türkiye bu asırda bunu da görebildi.

Federasyon Başkanı ve (herhalde) federasyon yöneticileri boyunlarında geleneksel eşarplar ve ellerinde söz konusu pankartlarla kamera karşısına geçmişler.

Bana göre de (herhalde size göre de) yukarıda tasvir ettiğim bu sahne Anayasa ve Ceza Yasası'nın “ırkçılıkla mücadele”ye ilişkin maddeleri çerçevesinde işlem görmelidir. TCK'nın “Ayırımcılık” başlıklı 122. maddesi “kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım yaparak..” diye başlamıyor mu? Anayasa'nın 10. maddesi “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” demiyor mu?

Demek ki, pek çok yerde olduğu gibi Osmangazi'de de karşımıza çıkan bu tutum, eğer Anayasa ve ceza yasasının bir değeri ve gücü var ise, ilgili makamların “tebessümü” ile karşılanmayıp hak ettiği yasal soruşturmayı geçirmelidir. Dünyada herkesin “ırkçı” ama sadece bizim son derece “hoşgörülü” olduğumuzu bir kere daha tekrar etmenin sırası değildir.

Radikal'de bir dönem yayımlanan (ve niçin son verildiğine hâlâ bir anlam veremediğimiz) yazılarını “hasretle” hatırladığımız Turgut Tarhanlı'nın “ırkçılıkla mücadele”ye ilişkin şu tespiti ne kadar yerindeydi: “Belki bazılarına ilginç gelebilir, ama çocuk pornografisi ve ırkçı, ayrımcı medyayla mücadele etmek arasında, kategorik olarak hiçbir fark bulunmuyor.”

İşte böyle… Ergenekon denince durmak lazım; çünkü sağımız solumuz Ergenekon.

Kürşat BUMİN 14/01/2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder