Sonunda bunu da duyduk... Meğer (ismi lazım gelmez) ‘profesörler’, Atatürkçü düşüncelerinden dolayı içeri tıkılmış...
Böyle diyor, kendisi de profesör olan bir Ergenekon dostu...
Demek ki, karargah karargah dolaşıp ‘hizmet arz’ etmek, eli silahlı birtakım adamlarla alengirli ilişkilere girmek, darbe zemini oluşturmak, ‘Ordu Göreve’ diye pankart açmak ‘Atatürkçü düşünce’ sayılıyor...
Bir de diyor ki, ‘Düşünce özgürlüğü var. İsteyen istediği pankartı taşır. Bu suç mudur?’
Hayır, isteyen istediği pankartı taşıyamaz... ‘Ordu Göreve’ demek, düşünce özgürlüğü değildir; ‘suç’tur...
Daha doğrusu ‘suçu övmek’tir...
Suçu övmek de yasalarımıza göre tecziye nedenidir.
Bununla kalsa iyi... Daha da ileri gidip, ‘Ergenekon davası’ çerçevesinde Atatürk’ün (Atatürkçülüğün) yargılandığını öne sürüyor... Hiç yüzü kızarmıyor.
Okumuş profesör olmuş ama, ne Atatürk’ten haberi var, ne de ‘Atatürkçülük’ adı verilen düşünce pratiğinden...
Hayır, Atatürk ve Atatürkçülük değil, siz yargılanıyorsunuz...
Siz de, ‘Atatürkçü’ olduğunuz için değil, ‘darbeci’ olduğunuz için yargılanıyorsunuz.
Tabii, bütün bunları tartışırken, Atatürkçülük’le Kemalizm’i ‘özenle’ ayırmak lazım...
Kemalizm, bir ‘Kadro’ faraziyesidir ve Mustafa Kemal’le (yani Atatürkçülük’le) ilgisi bulunmamaktadır. ‘İkici adam’ın, yani İnönü’nün ideolojisidir... Atatürkçülük ise, topluma zorunlu değişim hedefleri gösteren bir düşünce pratiğidir...
Birincisi, halkı biat eden, pasif, edilgen varlıklar olarak görürken; ikincisi aklı ve bilimi önceliyordu.
Profesörlerimizin de anlaması için, konuyu bir de ‘birinci adam’la ‘ikinci adam’ arasındaki temel ayrışma noktalarını ortaya koyarak izah edelim:
Birinci adam (yani Atatürk) meşruiyetçiydi.
İkincisi (yani İnönü) değildi.
Birinci adam parlamenteristti. Hatta, demokrat bile sayılabilirdi. En azından, ‘Serbest Cumhuriyet Fırkası’ gibi iyi niyetli bir girişimin sahibiydi.
İkincisi korporatistti.
Birinci adam kökeni Sümer ve Hititler’e dayanan, Anadolu topraklarıyla ve bu topraklardan türeyen kültürle harmanlanmış bir ulus yaratmayı öngörüyordu.
İkincisi, ‘Yunan/Latin kültür değerlerine’ bağlı devşirme bir topluluk...
Birinci adam ‘kısmi liberalizm’ diyebileceğimiz bir iktisat modelini benimsemişti ve 30’ların sonuna doğru İktisat Vekili Celal Bayar eliyle bunu uyugulamaya koymuştu.
İkincisi devletçiydi; ‘yarı karma’ kavramına bile tahammülü yoktu. İktisadi kalkınmayı ise Sovyetler Birliği’nin ‘kolhoz’ ve ‘sovhoz’ adı verilen kadük uygulamalarından ibaret görüyordu.
Birinci adama göre çağdaşlık, kültürde ve bilimde ‘muasır medeniyet seviyesi’ni yakalamaktı.
İkincisine göre çağdaşlaşmanın ‘olmazsa olmaz’ şartı birtakım uyduruk Grek filozoflarını özümsemekti.
Birinci adam daha rasyonaldi; kültürel kalkınmayla birlikte sınai kalkınmaya da önem veriyordu.
İkincisi salt ‘ilerlemeci’ydi ve kalkınmanın ‘kültürel dönüşüm’le mümkün olabileceğini savunuyordu.
Birinci adam aklı ve bilimi öncelemişti.
İkincisi, sonradan dogmalaştırılacak ‘prensipler bütünü’ne göre hareket ediyordu.
Demek ki, Atatürkçülük ve Kemalizm (yani İnönücülük), farklı kategorilere işaret eden iki ayrı düşünüş biçimiymiş...
Demek ki, Ergenekon’dan yargılananların Atatürkçülük’le uzaktan yakından ilişkisi yokmuş...
Ahmet Kekeç
22 Nisan 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
kıyaslama cümlelerinin evvelkilerni silin, sonrakilerinden faydalanın :)
YanıtlaSilBirinci adam kökeni Sümer ve Hititler’e dayanan, Anadolu topraklarıyla ve bu topraklardan türeyen kültürle harmanlanmış bir ulus yaratmayı öngörüyordu.
YanıtlaSilİkincisi, ‘Yunan/Latin kültür değerlerine’ bağlı devşirme bir topluluk...
kıyaslamadn kastın böyle bişi mi :)