19 Nisan 2009 Pazar

Zafer bizi nereye götürüyor?

Borular, davullar, kılıç şakırtıları, at kişnemeleri, naralar, hırıltılar, inlemeler sustu. Her zafer ahrazdır çünkü; sağır ve dilsiz. Duymasını güçleştiren ne ise söylemesini güçleştiren de odur: Sarhoşluk. İroninin fırçasıyla ürküten tablo: Savaş meydanlarında üzüm bağları! Ödünç olsa da zafer, cengâverler hasatta.
Çalıntı olsa da zafer, üzümler kızarmakta. "Zaferimden yüzüm kızaracağı yerde, kaderden yakınmayı yeğlerim" dese de Quinte Curce, "Çalıntı zaferlerden yararlanmak asla bana göre değil!" dese de Büyük İskender, Polypercon'da Darius'u baskına uğratmak için karanlıktan yararlanması önerildiğinde, "O (Mezence) Orode'u kaçarken vurmaya, ona göremeyeceği ve sırtından yaralayacak bir mızrak atmaya tenezzül etmez; ona koşar, karşıdan göğüs göğse gelecek bir biçimde saldırır, gafil avlayarak değil, sadece silahlarının gücüyle yenmeyi ister," dese de şair Vergilius, şeytan zaferi süsler. Zafer taklarıyla donatır yolları. Ve bir kez taç takmaya görsün yollar, geçtiği yerleri meşrulaştırır. Güneşlere gölgeden, gölgelere güneşten rozetler takar. Gittiği yeri söylemez. Omzumuza koyup elini masallar anlatır nefes almadan. Bir kadeh tutuşturur elimize sustuğunda. Kadehini zaferin şerefine kaldırır. Ve Napolyon'un sesi çınlar kadehten önce: "En korkulacak an, zafer anıdır."

Zafer bizi nereye götürüyor? Ah şeref ve onur! Bu yolun sonunda bekliyor mu gerçekten! Yoksa karanlık bir orman mı kucaklayacak hırıltıyla her birimizi: "Seni bekliyordum!" diye saracak mı sımsıkı? Dehşet mührünü sökmeye çalışırken dudaklarımızdan, o sözü Titus Livius'a mı verecek: "Hannibal yendi; fakat bilemedi zaferinden yararlanmayı." Stratejinin Babası, Fillerle İber Yarımdası'nı, Pireneler'i, Alpler'i geçip Kuzey İtalya'ya girmiş, üst üste zaferler kazanmıştı Romalılar karşısında. Heyhat! Zafer ne ki kardeşin yanında! İki kardeş, Hannibal ve Hasdrubal Roma'yı yok etmeye and içmişlerdi evet. Biri güneyden, diğeri kuzeyden kuşatacaktı İtalya'yı. On bir yıldır birbirini görmeyen kardeşlerin hedefi zafer günü Roma'da buluşmaktı. Fakat Metaurus Nehri'nin kıyısında yenildi Hasdrubal. Başı kesilerek Hannibal'ın ordugâhına atıldı. Böyle buluştu Hannibal kardeşiyle on bir yıl sonra.

Zafer bizi nereye götürüyor? Sözlükler cevap veremez bu soruya. "Savaşta kazanılan galibiyet" olarak biliyorlar zira zaferi. Burada dursalar iyi. İndirim yapıyorlar zaferde, her mevsim sonu. Top sesleri yok gökte. Seferden geldiği yok Barbaros'un. Top sesleri çınlatıyor stadyumları. Yenilgiyi kabul eden yok. Kabile savaşlarından sonra zafere ulaşanların yenilgiye uğrattıklarını yedikleri yerler vardı bir zamanlar dünyada. Düşmanıyla beslenen savaşçılar. Eski bir korku sarıyor belki günün mağluplarını. Baş eğmeyen bir ruhları olduğu için kabul etmeselerdi yenilgiyi keşke. İkiz kardeş olduğunu bilselerdi mağlup ve muzafferin! Bilselerdi, yedek atı da toprağa karışacak Romalı askerin. Kalkanları uçuracak rüzgâr. Zırhları delik deşik edecek oklar. Yeni bir başlangıç, bir zafer olarak görebilselerdi ölümü keşke. Bir sabah güneşin altın borusundan başka hiçbir boru ötmeyecek dünyada.

Zafer bizi nereye götürüyor? Büyük İskender'i nereye götürdüyse oraya. Şair Robert Graves, Büyük İskender'in Babil'de ölmeyip, ordusundan ayrı düşerek kaybolduğunu hayal eder bir şiirinde. Asya'nın derinliklerine doğru yol alan İskender, bilmediği bir coğrafyada bir süre dolaştıktan sonra, sarı benizli insanların ordusuna rastlamış ve işi savaşmak olduğu için onların saflarına katılmıştır. Aradan yıllar geçmiş, bir gün savaşçılara paraları ödenirken, kendisine verilen altın sikkelerden birine çivilenmiştir gözü. Para değil aynadır bu! Kum saati dönmüş, sikkenin üstünde kendi resmini görmüştür İskender! Bu tanıdık simaya bakıp mırıldanmıştır sonra: "Bu sikkeyi Makedonyalı İskender iken Erbil zaferini kutlamak için bastırmıştım."

Zafer bizi nereye götürüyor? Mekke'ye. Son Peygamber 10.000 kişilik muhteşem ordusunun başında Mekke'ye ilerliyor. Ebu Süfyan hayret içinde seyrediyor bu kılıç nehrini. Yanında Hz. Abbas var. Her bölük geçtikçe "Muhammed geçti mi?" diye soruyor merakla. Nihayet Hz. Peygamber'in başında bulunduğu bölüğü görüyorlar. Öyle görkemli bir geliş ki, Ebu Süfyan'ın dudaklarından, "Hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat!" sözleri dökülüyor. İtiraz ediyor Hz. Abbas: "Bu peygamberliktir saltanat değil!" İşte devesi Kusva'nın üzerinde Mekke'ye giriyor. Tevazuyla giriyor, bir hükümdar değil o. Başı öyle eğik ki mübarek sakalı neredeyse devesinin semerine değecek. Af dileyerek Rabbinden giriyor şehre. Yakın, yağmalayın demiyor krallar gibi. "Size saldırılmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz! Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!" buyuruyor. İşte zafer bu!

Ali Ural

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder