8 Mayıs 2009 Cuma

Arınç ve Davutoğlu: Vicdan ve Ufuk

Batı uygarlığı, insanlık tarihinde, insanın varoluş yolculuğu sürecinde bir arızadır; başkalarına, başka medeniyetlere, başka hakîkat tasavvurlarına hayat hakkı tanımayacak kadar ilkel taarruzlarla hâkimiyetini dayatan esaslı bir arıza.

Dolayısıyla Batı uygarlığı, bir ufuk daralmasıdır; insanın içinde yaşadığı dünyayla, kâinâtla, diğer insanlarla ve Yaratıcı'yla ilişkisini tersyüz eden bir metamorfoz hâli, varlığa ve hakîkate kökten bir saldırıdır. İnsanı her şey katına yükselterek, insanı özgürleştirdiğini sanacağını düşünecek kadar insanın hakikatini ve mahiyetini idrak etmekten âciz bir kibir küpü ve varlığın varoluşa gelmesinin önünü türlü ayartmalarla tıkayan bir kafa karışıklığı ve karabasandır.

Batı uygarlığı, insana, varlığa ve hakîkate ilişkin en temel gerçekleri yanlış tanımlamış ve bu yanlışlığı da dünya üzerinde hâkim olmasını mümkün kılan araçları primitif bir şekilde, barbarca yöntemlerle kullanarak bütün insanlığa dayatmayı başarmıştır.

Bütün bu söylediklerim, elbette ki, kör kütük bir Batı düşmanlığı olarak algılanamaz. Yakıcı gerçeklere dikkat çekiyorum yalnızca. Ama Türkiye'de Batı uygarlığı hiçbir Batı ülkesinde olmadığı kadar putlaştırıldığı ve efsaneleştirildiği için söylediklerimi kör kütük Batı düşmanlığı olarak algılayabilecek kör kütük kişilerin çıkabilecek olması hiç de şaşırtıcı değil benim için.

Gelmek istediğim nokta şu: Batıda insan bitmiştir: İnsan, araçların insafına terkedilmiş, özgürlüğünü araçlara kaptırmıştır: Bilim ve teknoloji gibi görünür araçlarla; hız, haz ve hırs gibi gemlenemez boyutlar kazanacak kadar azmanlaşan görünmeyen araçlar, insanı çepeçevre kuşatmış, insanı ruhsuzlaştırmış, insanın vicdanını yok etmiştir.

Vicdanın yok olması, kaçınılmaz olarak insanın ufkunun da kararmasına ve daralmasına yol açmıştır: Bilimsel ve teknolojik gelişmenin en zirve noktasındayken Batılıların bir yüzyıl içinde insanlık tarihinin en hunharca iki büyük dünya savaşına soyunmaları, söylediklerimizin en ürpertici kanıtlarından biridir.

Bütün bunları Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu'nun kabineye alınmalarını anlamlandırmak için yazdım. Bülent Arınç da, Ahmet Davutoğlu da, insanı eşref-i mahlûkat olarak konumlandıran, bütün varlıkların insana emanet edildiği, insanın Allah'ın halîfesi olarak görüldüğü, Uzak Asya'dan Atlantik'e kadar ulaştığı her yerdeki farklı inanç, kültür ve din müntesiplerine inandıkları ve düşündükleri gibi yaşayabilecekleri bir selâm ve selâmet yurdu inşa etmeyi başaran tek medeniyet olan İslâm medeniyetinin asil çocuklarıdır.

O yüzden Arınç da, Davutoğlu da, parti meselelerine de, memleket meselelerine de, insanlık çapındaki meselelere de parti, meşrep, mezhep asabiyesi ile yaklaşmayacak kadar vicdan ve ufuk sahibi insanlardır.

Arınç da, Davutoğlu da, Türk siyasetinin yüzakı iki sembol kişiliğe dönüşmüştür artık: İkisi de, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden, hiçbir insanın, kesimin hakkını gasp etmeden sadece inandıkları ufuk-gâyeye doğru yürüyen; gördükleri yanlışlıklara hiç kimseden çekinmeden müdahale eden; daha âdil, daha vicdanlı, daha insanî, daha özgür bir Türkiye ve dünya idealine baş koymuş insanlardır.

Geleceğin dünyasında kurucu rol oynayacak öncü bir medeniyet yürüyüşüne soyunacak Yeni Türkiye'nin biri içeriye bakan, diğeri dışarıya bakan iki asil yüzüdür. Daha vicdanlı ve ufku ötelere uzanan bir dünyanın inşasının habercileridir.

Mütevaziliklerinden ince espri kabiliyetlerine, her şeye rağmen vicdan diyen asil kişiliklerinden insanlığa insanca bir hayat ve dünya vadeden derûnî ufuklarına kadar Arınç ve Davutoğlu, dünyada da, İslâm dünyasında da pek fazla benzerleri olmayan, insana insanlığını ve hakîkati yeniden hatırlatacak soylu kişilerin ancak Türkiye'den çıkabileceğinin somut örnekleri, Türkiye'nin yavaş yavaş kazanmaya başladığı kendine güveninin ve dünyaya üfleyeceği ruhun sembol isimleridir.

Halkımızın, Arınç ve Davutoğlu gibi asil kişiliklerin entelijansiyamızın geleceğini temsil ettiğini düşündüğünü ve geleceğe ümitle baktığını gözlemlıyorum…

Yusuf Kaplan

1 yorum: