5 Mayıs 2009 Salı

Babacan'ı bekleyen güçlükler

Kriz, sadece Türkiye ekonomisini değil bakanlar kurulunu da deldi geçti. Ekonomide yapılan köklü revizyon Başbakan'ın "teğet geçme" söylemine kendisinin de inanmadığının itirafı oldu. Krizin faturası Nazım Hoca'ya çıktı. Hak ettiğinden emin değilim. Sorun başından beri küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin sınırlı kalacağının zannedilmesiydi. İşsizlikteki kaçınılmaz patlama ciddiye alınmadı. Bu anlayıştan kim sorumluydu? Ankaralı gazeteci arkadaşlar "teğet"in özgün hikâyesini umarım bir gün yazarlar biz de sorumluları öğrenmiş oluruz.
Başbakan'ın Ali Babacan'ı başarısız olduğu söylenemeyecek Dışişleri'nden alarak başbakan yardımcısı yetkisiyle süper ekonomi bakanı yapması, ekonomide vahametin nihayet anlaşıldığını, ayna zamanda da Babacan'dan adeta "kurtarıcı" olmasının beklendiğini gösteriyor. Normalde iki yıl sonra seçim var. Babacan'ın ekonomiyi toparlaması için fazla zamanı yok. 2010'un ortalarından itibaren ekonominin yüksek büyüme patikasına girmesi gerekiyor. Aksi takdirde AKP'nin oyu daha da düşecektir.
Bu iş hiç de kolay değil. Babacan siyasal kariyeri açısından büyük risk aldı. Dönem Ali Babacan'ın başarılı olduğu 2003-2007 dönemi değil. Bu dönemde Türkiye ekonomisi göz kamaştırıcı bir büyüme performansı sergiledi. Ancak unutmayalım, bu büyüme iç talebe, değerli TL'ye ve bol uluslararası likidite ile IMF ve AB çıpaları sayesinde ülkeye oluk oluk giren yabancı sermaye sayesinde gerçekleşti. İçerde ise başarının en önemli unsuru mali disiplin oldu. Unakıtan iyi vergi topladı, harcamaları dizginledi. Bu arada neden gitti anlamadım. Vergi denetimi ile ilgili olabilir mi? Şimşek büyük tecrübe gerektiren maliye bakanlığı görevinin altından kalkabilecek mi? Kendisine kolay gelsin diyorum.
Küresel kriz vurmadan önce Türkiye ekonomisinde iç talebe dayalı büyüme dinamiği tükenmişti. 2006 mayıs kur ve faiz şoku dönüm noktası oldu. İç talep soğumaya başladı. Bir yıl kadar düşük değerli TL'nin dopinglediği ihracat ile idare edildi. Ama yeniden değerlenen TL ile reform yorgunluğunun zayıflattığı rekabet gücü büyümeyi yüzde 3-4 aralığına çekti. Küresel krizin önce iç talep, ardından ihracat üzerindeki olumsuz etkisi geçen yılın ancak ağustos ayından itibaren kendini gösterdi. Oysa büyüme ve işsizlik sorunu 2008 yılının ilk yarısında kendini göstermişti. Kriz bu gerçeği unutturdu.
Küresel ekonomi krizden çıkmaya başladığında Türkiye ekonomisinin hızla toparlanmaya ihtiyacı var. 2010'da yüzde 4, 2011'de de yüzde 6 civarında bir büyüme hızından aşağısı ne AKP'yi ne de Türkiye'yi kurtarır. Babacan'dan da beklenen budur. Bu büyüme hızları yakalanabilir mi? Teorik olarak evet, pratik olarak hayır. Açıklayayım:
Bir kere, "IMF 2010 için yüzde 1,5 büyüme öngörüyor, yüzde 4 nasıl olacak?" yanılgısına düşmeyin. IMF'ninki tahmin. 2002 sonrasında IMF anlaşmalarında büyüme yüzde 5 olarak tahmin edilirdi ama yüzde 7'yi buldu. Büyüme tahmini orta vadeli mali politika için belirleyici. Orta vadede mali disiplinden zaten kaçış yok. Ayrıca küresel kriz sonrasında mali disiplin olmadan yüksek büyüme de hayal. Bu bakımdan Babacan'ın ilk yapması gereken IMF ile anlaşmak olmalı.

Ondan sonrası zor. İki hedefi birden gütmek gerekiyor. Bir yandan büyümeyi destekleyici politikalar uygulayacaksınız, diğer yandan büyümenin istihdam yaratma kapasitesini artıracaksınız. Ve tüm bunları çizilen mali disipline sadık kalarak yapacaksınız. Büyüme için hem özel yatırımların hem de sanayinin rekabet gücünün artması gerekiyor. Büyüme ihracat ağırlıklı olmak zorunda. Kur destek olacaktır ama yetmez. Mutlaka enerji ve işgücü maliyetlerinin düşürülmesi, ekonomik etkinliğin genelde artması gerekiyor. Bunları mümkünse bütçe üzerine yük getirmeden yapacaksınız. Yük gelecekse, diğer kamu harcamalarından kısacaksınız. Ya da vergi kaçaklarının kararlılıkla üzerine gideceksiniz. Bu politikaların tümü siyasal risk almayı gerektiriyor. Bu riski kim alacak? Soru budur.

Seyfettin Gürsel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder