24 Şubat 2009 Salı

Bir vesile ile...

Liberallik, üzerinde dengede durmanın epeyce zor olduğu sallantılı bir ipin üzerinde yürümeye benzer. Diğer ideolojileri benimsemek bir anlamda daha kolaydır, çünkü onlar ‘olması gerekeni’ belirgin bir biçimde bugünün ötesinde tanımlarlar. İnsanların kafasında ulaşılması gereken ve belki de hiçbir zaman ulaşılamayacak olan bir hedef, dolayısıyla da bir mukayese cetveli yaratırlar. Olması gerekenle yaşanan arasındaki mesafe bir kafa ve vicdan berraklığı yaratır. Neyi savunmanız veya reddetmeniz gerektiği nispeten açıktır.

Oysa liberallerin durumu biraz daha karmaşık... Bu ideoloji için de tabii ki olması gerekenler var. Ama aynı zamanda kendiliğinden ortaya çıkmış olanın yüceltilmesine yönelik dürtüler de mevcut. Örneğin liberal iktisat anlayışının en eleştirilen yönü, modelin başlangıç noktasını, yani söz konusu pazarı oluşturan güç dağılımını sorgulamadan veri alması, böylece ‘doğru’ kabul etmesidir. Bu durumda olması gereken ile var olan arasında ayırım yapmak zorlaşır. Bir sürü insan açlıktan ölürken bölüşümün doğru olduğunu savunmak zorunda kalabilir, dahası devletin bu açlara yardım etmesine de ‘doğal’ durumu bozduğu için karşı çıkarsınız.

Liberal siyasetin dünyanın her tarafında daha ‘pragmatik’ olarak algılanmasının nedenlerinden biri de muhtemelen budur. Söz konusu pragmatizm, farklı tercihler arasında ilkesiz bir biçimde gidip gelmekten ötürü değil, var olan durumu kabullenmeyi ima eden bir felsefi zeminden neşet eder. Dolayısıyla adalet meselesi liberalliğin yumuşak karnıdır. Çünkü hem diğer ideolojiler gibi adaleti sağlamakla yükümlüdür, hem de yaşanmakta olan adaletsizliklere fazla müdahale edilmesine razı değildir...

Bu sıkışma liberal anlayışın hukuka çok özel bir önem vermesiyle sonuçlanmıştır. Öyle bir hukuk tasavvur edilmiştir ki hem var olan güç dengesini veri alsın, hem de doğal dengeyi bozmaya yeltenen her adımı engelleyebilsin. Öyle bir hukuk ki, içinde olunan düzeni doğallaştırırken, aynı zamanda bunu kabul edilebilir de kılsın... Kimseye ait olmayan, ama herkesin paylaştığı bir hukuk... Kısacası ‘evrensel’ bir hukuk... Sanki her şeyin ideolojik olarak tanımlandığı ve belirlendiği bu dünyada, görecelilik taşımayan, insanlığın birikimini taşıyan, güvenilir bir adalet geleneği varmış gibi.

Bu anlayış demokrasi tanımının da içsel bir parçasıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi ve dolayısıyla yargının bağımsızlığı, söz konusu evrensel hukukun yürütme ve yasamanın etkisinde kalmadan işlevsel olacağı varsayımına dayanır. Liberaller için hukuk, demokrasinin yaşayabilmesi için tek olası dayanaktır. Demokrasinin nereye gideceği bilinmeyen yönünü dizginlemek de hukuka düşer. Dayandığı epistemoloji itibariyle her şeyi göreceli kılan liberalizm, iş hukuka geldiğinde bir anda ihtiyacı olan sabiteye kavuşur...

Ama bu durum ipin üzerinde durmayı iyice zorlaştırmaktadır. Evrensel bir hukukun varlığını savunmak, aslında elinizdeki hukukun ‘evrenselliğini’ savunmaktır. Ne var ki o hukuk belirli bir güç dengesinden ve ideolojiden bağımsız değildir. Diğer bir deyişle yasama ve yürütmeden bağımsız olma, hukuku siyaset üstü kılmaya yeterli olmaz. Hukuk da diğer her kurum gibi, belirli bir zihniyeti yansıtır ve dolayısıyla da ‘yanlıdır’. Çünkü herkesin aynı zihniyette olduğunu varsayamayacağımıza göre, hiçbir hukuk sisteminin ‘tarafsız’ olmayacağı da açıktır. Ne var ki liberalizm bu gerçekliğe gözlerini kapamayı tercih eder. Var olan hukukun içinde kalmak gerektiğini söylerken, o hukuku yaratan sistemin kemikleşmesine yönelik siyasi girişimlere karşı çaresiz kalır. Tam da bu nedenle liberalizm bir ‘değişim’ değil ‘adaptasyon’ ideolojisidir...

Son günlerde bu gazetenin belirli köşe yazılarına konu olan mesele biraz da liberalizmin niteliği ile ilgili gözüküyor. Tartışmayı başlatan örnek, darbe yapmak üzere komplo kuran birilerinin telefonun yasal olmayan bir biçimde dinlenip yayımlanmasının ne derece ‘doğru’ olduğu sorusuydu. Demokratlar için hukuk, ‘benim’ ve ‘herkesin’ katıldığı, ikna olduğu ve sahiplendiği hukuktur. Evrensellikle kategorik anlamda ilgisi olmayan, ‘bize ait’ olan ve bizlerin taşıyıp anlamlandırdığı insani birikimin niteliğine bağlı olarak evrensellik atfedilecek bir hukuk... Hasbelkader var olan hukuk değil...

Tartışılan örneğe dönersek, demokrat bir hukuk sistemi örnek olarak alınan ikilemin tartışılmasını ve kararın içselleşmesini gerektirir. Çıkacak sonuç ise özneldir... Bazı toplumlar darbecileri afişe eden eylemleri suç olarak tanımlarken, bazıları da –örneğin özel hayat gibi - belirli sınırlamalar altında afişe olmayı suç saymayabilirler. Hatta şeffaflığı öne alacakları için demokrat bir toplumda ikinci eğilimin baskın çıkma ihtimali muhtemelen daha çoktur.

Oysa liberal bakış iki düzlemi ayırt etmekte zorlanır. Yani hukukun niteliği ve nasıl saptanması gerektiği sorusu ile hukukun işlevselliği ve saygınlığı birbirine karışır. Böylece aslında toplumsal açıdan gayrımeşru olan bir hukuk sistemi bile, ‘hukuk’ olarak korunmak zorunda kalınabilir. Çünkü hukuk liberaller için kerteriz alınabilecek tek referanstır ve ona zarar vermek istenmez. Bunun da nedeni liberal ideolojinin zihniyeti yok sayan, onu aşan bir ‘doğal duruma’ yaslanması ve evrenselliği de buradan türetmesidir.

Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder