28 Şubat 2009 Cumartesi

Komünist Moskof'tan kapitalist Moskovalıya

Çok partili demokratik hayatın başlangıcını yaşayanlar bilir; galiba Demokrat Parti'nin ilk yıllarında karakollara bir imaj kazandırma gayreti olmuştu. "Karakol evinizdir" gibi bir levha asılmıştı tüm karakollara.
Büyüklerin dilinde o zamanlar hacim itibariyle büyük karakollara "merkez" denirdi nedense. Çocuk ruhumuzda bir merkez karakolun nasıl ev haline geldiğini çözemezdik bir türlü. Evi "merkeze" yakın akranlarımız arada bir duydukları feryatların aile kavgasından olduğunu sanır, aralarında bu feryat figanın dedikodusunu yapar, biz de onların konuşmasına gülüşürdük. Sonradan öğrendik ki "mimlileri" hizaya getirmek için arada bir "sıcak muamele" yapılması âdettenmiş!
"Sıcak muamele" denen şey zanlının falakaya yatırılıp dövülmesi hadisesi hani! Güya "serkomiser" (başkomiser) dayak faslından sonra özel bir pansuman yöntemine izin verir, eğer suçunu itiraf etmişse tabanları su toplamadan ayağa kaldırılıp savcılığa sevk edilirmiş zanlı.
"Maznun (sanık) kendi iradesiyle itiraf etti ki" diye başlayan zabıt varakasına da "baskı ya da darba maruz kalmamıştır" lafı bilhassa eklenirmiş ki "müddeiumumi" (savcı) cephesinden bir arıza çıkmasın!
Tutanağa göz atan müddeiumumi şerirleri yola getirmek için uygulanan bu muameleye pek ses çıkarmaz, hatta "âlemin nizamı" için bu uygulamayı görmezden gelirmiş.

Planda orak çekiç emaresi
O zamanlar uygulanan yöntemin insan haklarına aykırılığını iddia etmek tabii ki mümkün değil! Ama karakol amirleri alaylı sınıfından da olsa devletin kendileri sayesinde işlediğine inanmış idealist insanlar. Hırsıza, çapulcuya, şerire göz açtırmıyorlar. Araba hırsızlığı da yok o zamanlar kapkaç da! Mahallede kadına kıza yan gözle bakmak bile yasak! Arada bir kurunun yanında yaş da yandığı oluyor ama "her yerde asayiş berkemal!" Kişi başına milli gelir 300 dolar civarında olsa da en azından tornistan edilmiş yamalı pijamalarıyla millet yatağında rahat uyumakta.
"Sıcak muamele" yalnız adi suçlara uygulanmıyor tabii bu arada! Kimi zaman "merkez"e davet edilen "müseccel komünistlerin" de hafif tarafından "sıcak muameleyle" hizaya getirildiği çok oluyor! Hükümetin gizli iradesinin bu yönde olduğu biliniyor çünkü!
O zamanlar büyük günahlardan biri ortalık yerde Nâzım Hikmet şiirleri filan okumak. "Bizim Radyo" yayınlarına istasyon ararken bile rastlamak yasak! Kırmızı giymek, bir şeyleri kırmızıya boyamak da yasak!
En sunturlu küfürler "ulan gomonist"le başlıyor, "mezhebi geniş gomonistle" devam ediyor! Hele muhataba "Moskof uşağı" denmesi hakaretlerin en büyüğü!
O dönemde birine komünist yaftası yapıştırmak da en etkili çamur atma yöntemi! "Filancayı Moskova'yı överken gördüm" demek karakollarda sigaya çekilmek için yeterli bir sebep!
Zavallı bürokratları bile o dönemde böyle harcıyorlar: "Filan 'Köy Enstitüsü'nün planı orak çekiç şeklinde yapılmış" ihbarı kırk yıllık devlet memurunu yerinden ediveriyor!

Bilinçaltındaki tortular
Bunca yıl sonra geçmişin karamizah karışmış sisli görüntülerine bakınca ben hep şunu düşünüyorum: "Rus", "Rusya", "Moskova" gibi laflar bir ideolojiye karşı koymaktan çok bilinçaltına işlemiş acıların dramatik bir tezahüründen başka bir şey değil!
Örneğin "Doksan Üç Harbi"nde yaşanan mezalim! Yerlerinden yurtlarından edilmiş milyonlarca Rumelili, Kafkasyalı, Kırımlı göçmen! Türk-Rus savaşlarının kanlı hikâyeleri!
Daha da önemlisi henüz savaşın dumanı tüterken 1950'lerde Stalin'in "boğazlar" meselesini dayatması! Sonuçta Amerika'nın sinsi oyuna karşı çıkması, "Marshall Yardımı", "ikili anlaşmalar" ve Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesi!
Kısacası "kuzey"den gelecek tehlikeye karşı o zamanki çok ciddi hassasiyetler ve "komünizm gelirse" paranoyası var.
İşte tüm bunlar savaşın dışında kalmış ama ekonomisi darbe almış bir ülkenin dinmeyen korkuları olarak bugüne dek herkesi etkiledi! "Rus" ve "Rusya" Türklerin gözüne daima bir öcü olarak göründü ya da gösterildi. Ruslar da doğrusu çoğu zaman bize hiç de dostça davranmadılar.
Şimdi aradan yarım asır geçince köprülerin altından çok sular aktığını görüyorum. Ortada ne komünizmin "vestiyerdeki şapka öyküsü" kaldı ne de "Korkunç İvan"dan bu yana eskimiş savaş hikâyeleri.
"Rus" deyince Türk erkekleriyle evlenmeye can atan Slav ırkının hilkaten güzel kızları var şimdi. "Rusya" deyince de temiz enerjinin sembolü haline getirilen "Mavi Akım" anlaşılıyor. "Moskova" ise küfür edebiyatının medlulü olmaktan çıkıp girişim fırsatlarını çağrıştıran bir tanıma dönüştü.

Her şey yeniden şekilleniyor
Hatırlayacaksınız Abdullah Gül tam 5 yıl önce bu günlerde Moskova'ya Dışişleri Bakanı olarak resmi ziyaret gerçekleştirmişti. Gül'ün yanında o zaman hatırı sayılır derecede işadamı vardı. Bu resmi ziyaret epey ses getirmiş ve Rusya'yla yeni bir döneme girildiğinin işaretlerini vermişti. Aradan geçen zamanda ticarete dayalı bazı anlaşmazlıklar çıktıysa da Ruslar güney sahillerimize turist olarak gelmeye devam ettiler.
Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olarak şu son Rusya seyahati resmi ziyaret olmanın ötesinde bir dönemi kapatıp bir dönemi başlatan bir hareketin simgesidir bana göre. İkili ilişkiler ele alındı, çok boyutlu bir bölgesel ortaklığı öngören bir deklarasyonlar imzalandı. Ve geçmişin üzerine kalın bir sünger çekilmiş oldu.
Medvedev, bu yeni dönem için "Türkiye'yle yapılan antlaşmalar iki ülke arasındaki siyasi, ticari, ekonomik, kültürel ilişkilerin gelişimini içeren yeni bir aşamanın ifadesidir" yorumunda bulundu. Bir bakıma 1921 Sovyet Rusyası ile Yeni Türkiye arasında imzalanan Atatürk dönemi anlaşmasının ideolojilerden arındırılmış şekliydi bu.
Medvedev'in on yıl önce 1 milyar dolar olan ikili ticaret hacminin günümüzde 35 kat arttığını söylemesi ise gelinen noktayı bir anlamda tescil etti. Bugün iki ülke arasındaki ticaret hacmi 40 milyar dolarlara ulaşmış vaziyette. Kriz sathı mailinden çıkıldığı anda 60 ila 70 milyarlık bir ticaret hacmi işten bile değil. Dahası 3 milyon turistin Türkiye'yi tercih etmesi her iki toplumun yargılarının iyice değiştiğini gösteriyor. Bir bakıma Ruslar asırlardır düşledikleri "sıcak denizlere inme projesini" herhalde rafa kaldırdılar! Şimdi ceplerinde paraları, üstlerinde mayolarıyla güney sahillerimize inerek sıcak denizle buluşuyorlar! Hem de diğer ülke turistlerine göre iki misli daha fazla para bırakarak! Bu kriz ortamında yine böyle mi olacak, sezonda göreceğiz.
Anlaşılan Ruslar Türkiye'nin güneşini satın alırken Türk müteahhitler de krize rağmen Rusya'da iyi işler çıkarmaya devam edecekler gibi. Ticaret ve sanayi işbirliği daha da gelişecek, belki de nükleer santral yapımında Rusların imzası bulunacak.
Velhasıl duy da inanma kabilinden bir dizi gelişme bunlar. Bakalım zaman ne gösterecek! Nereden nereye demek için şimdilik erken ama balayının çok iyi gittiği söylenebilir.

Nur Demirok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder