23 Şubat 2009 Pazartesi

Yeni Anayasa Nisan'da Gündeme Gelir Mi?

Başbakan, yeni anayasanın Nisan'da yeniden gündeme geleceğini açıkladı.

"Niçin Nisan'da" diye sormuyorsunuz, çünkü malum, sırada yerel seçimler var.

Mustafa Erdoğan (Star) geçen günkü (19 Şubat) yazısında "Yeni bir anayasaya olan ihtiyaç konusunda yaygın bir toplumsal destek olduğu da görülüyor" diyordu. Söz konusu desteği verecek kesin-muhtemel kesimleri de, "kabaca liberal-demokrat aydınlar", "iktidar partisine destek veren seçmen tabanı, başka partilerin seçmenlerinin bir kısmı ve kimi partisizler" ve de DTP ve Kürtler olarak sıralıyordu.

Değerli anayasa hukukçumuzun bu tespitini "iyimser" bir görüş olarak yorumladım. Bu yorumumum birinci nedeni Özbudun heyetinin hazırladığı anayasa taslağından hareketle yapılan tartışmalarının yakından ve ciddi olarak fazla kişi ve çevreyi ilgilendirmediğini gözlemiş olmamdır. Haksız biçimde "AK Parti Anayasası" olarak damgalanan bu taslak, en başta, gerektiği kadar bu partinin teşkilatını heyecanlandırmamıştı. CHP ve MHP'nin tavrı yeni bir anayasanın gerekliliği konusunda daha baştan belli olduğu için, söz konusu tartışmalar bu siyasal oluşumları zaten teğet geçmişti. Taslak belki sadece DTP ve Kürtler'in ilgisini çekmişti. O ilginin derecesi ve biçimi de bir başka konu tabii ki.

Taslak tartışmaları sırasında da söylemiştim: Bu ülke-toplum, "anayasa konuşmayı" acil işleri ya da "yangında ilk el atılacaklar" arasına yerleştirmemiş, yerleştirmiyor. Bunun en iyi delili de –bence- bu ülkede "Tek Parti" diktatörlüğü ile 1950'dan sonra tanıştığımız "birkaç partili hayat" tarzının aynı anayasa ile –pekâla- yürütülebilmiş olmasıdır. Bana soracak olursanız, olacak iş değildir derim. Bir ülke-toplum-devlet seçim kanununda yapılan bir değişik dışında aynı anayasa ile totaliter-otoriter ve demokrasi sistemlerini ayakta tutabilir mi? Bunun nedeni –şimdi sırası değil ama- bence, Türkiye'nin bütün (özellikle) büyük-büyükçe partilerinin, Milli Selamet ile başlayıp bir ölçüde AK Parti ile son bulan farklı siyasi "damar" dışında, CHP'den neşet etmeleridir. Nitekim bundan dolayıdır ki, başta Demokrat Parti yeni bir anayasa ihtiyacı duymamıştır.

Mustafa Erdoğan, "Türkiye'nin liberal-demokratik ilke, kural ve kurumları somutlaştıracak yeni bir anayasaya gerçekten ihtiyacı var" derken –tabii ki- haklıdır.

Erdoğan, bu tespitinden sonra "Çünkü" diyerek yaptığı ikinci tespitinde de tamamen haklı:

"Türkiye'de cari rejime hakim olan, bir yandan halka öbür yandan da 'hukuk'a dayanan liberal-demokratik bir meşruluk anlayışı değildir. Bu rejimin ana meşruluk referansı resmi ideolojidir. Ne var ki, bu Türkiye için de facto bir durum olmanın ötesinde, aynı zamanda 'anayasal' dayanağı da olan bir durumdur. Onun içindir ki, siyasi rejimin meşruluğunu sadece halka ve evrensel hukuka dayandıracak yeni bir anayasaya acilen ihtiyacımız var."

Çok doğru; temel hatları bu olan bir anayasa acilen ihtiyacımız var. Ancak bunu ciddi olarak kimler istiyor, bu yönde ciddi bir talep var mı?

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, "Ana muhalefet partisinin içinde olmadığı bir anayasa değişikliğini sayısal olarak yapmak mümkün ama anayasa değişikliği bir meclis çoğunluğu değil, bir uzlaşı meselesidir" derken haksız değil. Yakın tarihte "taslak"ın ortaya koyduğu zorluklar da zaten bunun doğruluğunun bir kanıtıdır. Ancak ben bir adım ötesine ilişkin olarak da şu soruyu soracağım: Mustafa Erdoğan'ın çizdiği bir anayasaya CHP cephesinden bir "uzlaşı" ışığı gelse bile, çizilen bu anayasanın "ilke, kural ve kurumları"na AK Parti'nin –candan bir biçimde- sarılması ne derece ihtimal dahilindedir? Sizi bilmem ama ben, mevcut siyasetini değerlendirerek, bu konuda da "iyimser" olamıyorum. Sizi bilmem ama ben bu çerçevede samimi bir arzunun, bu ihtiyacın kokusunu almıyorum.

CHP'ye nazaran AK Parti'nin yeni bir anayasa için sergilediği gayreti görmüyor ya da küçümsüyor değilim. Mesela anayasa konusunda "uzlaşıya" önem verdiklerini belirten Nihat Ergün'ün son olarak yaptığı şu açıklamayı hatırlayın: "CHP'nin ön şartı şimdiye kadar ki, kilit rolü oynayan konusu dokunulmazlıklardı. Anayasa değişikliğinde uzlaşmanın bir numaralı maddesi bu olur. (…) Bizim programımızda da zaten, bütün dokunulmazlıklar ele alınacaksa, bu konuya bakalım şeklinde bir yaklaşımımız var. Baykal da buna yaklaştığına göre bir numaralı uzlaşma maddesi bu konu olur, ondan sonra diğer konulara bakarız…"

Ama bir de AK Parti'nin bu önerisine CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay'ın verdiği cevabı okuyun:

"İktidar, anayasa önerisiyle ülkenin gerçek tartışma konularını örtüyor. (…) Dokunulmazlıklarla ilgili tek bir anayasa değişikliği önerisi gelirse, bunu değerlendirebiliriz. Anayasa değişikliği önerisi, CHP'nin bu aşamada gündeminde değildir. İktidarın üslup ve anlayışında değişiklik olması, ön şartımızdır…"

Görüyorsunuz, Ak Parti yetkilileri tarafından –haklı olarak- dile getirilen "uzlaşı" önerileri ile bir adım bile yol alınamayacağı apaçıktır. CHP açıkça "anayasa değişikliği gündemimizde yok" diyor. Demek ki üzerinde karar kılınan "uzlaşı" ilkesinin yolu buraya kadar. Demek ki bu durumda yeni anayasa için bir başka askeri darbeyi beklemekten başka yol yokmuş gibi görünüyor. Biliyorum, işin şakası bile kötü, işin şaka kaldıracak yönü yok ama bu yöntem ne yazık ki ülkenin bir gerçeği haline dönüşmüş. Bu ülkenin "Tek Parti" dönemi –maalesef tahmin ettiğimizden de güçlü bir iz, tortu bırakmış. Bu durumda beklemekten başka çare yokmuş gibi görünüyor. Toplumun Mustafa Erdoğan'ın çizdiği "liberal-demokratik ilke, kural ve kurumları somutlaştıracak yeni bir anayasaya" gerçekten-içten olarak- ihtiyaç duyana ve bu ihtiyacını duyurmaya sıra gelene kadar beklemekten başka çare yok. Hatta şöyle de diyebiliriz: Mevcut anayasadan samimi olarak "sıkılmaya" başlayıncaya kadar. Çok yazık ama önümüzdeki resim ne yazık ki böyle.


Kürşat Bumin- Yenişafak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder