11 Haziran 2009 Perşembe

İBRAHİM ÖZTÜRK

Kriz, kimleri teğet geçiyor?

Eğer bugün yaşadığınız sıkıntıları krizin içine gömüp, 'kriz geçer, işler yoluna girer' diye kendinizi avutuyorsanız, başınızı kuma gömmüşsünüzdür ve gerçekten çanlar sizin için çalıyor demektir.

Kriz, bir öğretmendir ve bundan öğrenmeniz ve mucibince isabetli 'tepkiler' vermeniz gerekir. Ancak kriz, tepki vermeniz gereken birçok 'meydan okumadan' sadece birisi. Değişen pazar şartları; Çin ve Hindistan gibi yeni rakiplerin devreye girmesi; yeni teknolojiler gibi maliyetleri ve tercihleri değiştiren gelişmeler; değişen müşteri beklentileri; demografik yapı; yeni fırsatları tetikleyen gelişmeler (değişen yasal mevzuat, AB reformları, yasaklar, yeni teşvikler) tepki verilmesi gereken diğer bazı durumlardır.

Bütün bu krizler kime teğet geçiyor acaba? Benim tespitlerim şunlar: Temel ihtiyaç maddesi gibi talep esnekliği düşük olan malları üretip satanlar, döviz borcu olmayanlar, iç-dış pazar dengesi kuranlar, dahası pazar değiştirme kabiliyeti yüksek olduğu için rotasını AB pazarından, krizden çok etkilenmeyen İran, Irak, Cezayir ve diğer Afrika ülkeleri gibi göreceli kapalı ekonomilere kaydırabilenler, yatırım halinde ve büyük stoklarla yakalanmayanlar, yani etkin yatırım yapanlar ve ürün farklılaştırmasını başaranlar dışsal meydan okumaları fırsata çevirebiliyor.

Bu maddelerin her birine yeri geldikçe burada değiniyorum. Bugün de bunlardan sonuncusuna değinmek istiyorum. Türkiye, dünyaya hâlâ 'gönüllü kölelik esasına göre' fasoncu yani tedarikçi olarak eklemlenmiş durumda. Fakirleştirici biteviye gayret bizden, tevfik Allah'tan, marka ve parayı cebe indirmek ise Batı'dan. Bunu yıkmak, bu çağın en büyük dini ve milli görevi. Türk'ün yeni Ergenekon'u, halkına mayın döşemek ve kurşun sıkmaktan değil, katma değer ve kaliteye dayalı bir dünya inşa etmekten geçiyor. Kabadayılık ve kaba kuvvet Türk'ü tarif etmemeli.

Hedefimiz önce marka millet olmak, ardından da büyük milli markalara ulaşmaktır. Bunun yolu Ar-Ge, Ür-Ge, tasarım, inovasyon ve kaizen çalışmalarını şirketin içine indirgemekten geçiyor. Üniversite öğrencilerine hâlâ kaizen ve girişimcilik dersleri verilmiyor.

Markaya giden yolda ürün geliştirme ve farklılaştırma önemli bir adım. Bu dünyada 'her şeyden bir şeye, bir şeyden de her şeye açılan kapı vardır'. Makrodan mikroya, mikrodan da makroya geçişi sağlayacak bir öğretiden ve zihni dönüşümden geçmek şart. Hem ormandan tek tek ağaçlara hem de tek tek ağaçlardan bütüne yani ormana gidebilmeliyiz.

Bunu işadamına uygularsak, işadamı işiyle ilgili çıkış yolunu gösterecek birçok ipucunu çok alakasız yerlerde bile bulabilir. Yeter ki, kafa oralarda olsun, yaşayan bir zihin ve görebilecek bir göz olsun. Bir de bana göre yenilikçilik yapacak işadamının temel felsefesi insana faydalı olmaktır. Uyduruk hareketlerle sözde 'talep oluşturmak' bana göre değil. Bu yüzden yenilikleri yapacak kişi üniversitenin odasına hapsolmuş hoca ya da 'sosyalleşme özürlü' aykırı tipler değildir. Yenilikçi, araziden gelen kişidir, yani gerçek girişimcidir. İhtiyaçlar keşiflerin anasıdır da ondan.

Peki ama, babasından miras kalan yol, yordam ve ürünlerini 'milli varlık' sanan işadamımızın dikkatini nasıl çekebilirim? İsrailoğulları Hz. Musa'ya, "Rabb'ine söyle de kudret helvasından (bıldırcın eti) bıktık, artık bunu değiştirsin." demişti. Anlayacağınız, insan bıkıyor ve yoruluyor. Değiştirme ve yenilenmek gerekiyor. Değişimi öldüren, sadece kendi geleceğini öldürür. Dışarıda hayat devam eder. O halde değişim ile faydalı olmak arayışını merkeze almalıyız. Şimdi size şaşırtıcı bir örnek vermenin zamanı geldi. Bir sonraki yazıyı bekleyin.

1 yorum:

  1. bi sonraki yazı kime denk gelirse buraya koyar inşallah. bu yorumu çok fazla kişinin okuyacağını da sanmıyorum ya neyse

    YanıtlaSil