11 Haziran 2009 Perşembe

YILDIRAY OĞUR

Sen de herkese faşist diyorsun...

Bir parti lideri düşünün.

Genç, yakışıklı. İyi eğitimli. Üst düzey yöneticilik yapmış.

Kısa filmler çekiyor. Ateist.

Politik olarak kendine liberteryan diyor. İktidara gelirse doğrudan demokrasiye geçecek, devleti küçültecek, vergileri düşürecek.

Düşünce özgürlüğünde sınır tanımıyor. Hayvan hakları anayasaya girsin diye çalışıyor. Eşcinsel evlilikleri, ötenazi hakkını savunuyor. Hatta uyuşturucu kullanımı serbest olsun diyor.

İstanbul’da yaşasa demokrasi, insan hakları için yayımlanan tüm bildirileri imzalayacak bir sivil toplumcu namzedi. Al ÖDP’ye genel başkan, Ekşi Sözlüğe ‘suser’ yap. Önüne aydın-yazar ekle Radikal 2’ye yazı yazdır. Türkiye’de insan hakları diye AB projesi hazırla, başına koy. Binnaz Toprak’ın yanına ver Türkiye’deki mahalle baskısını araştırsın.

Zaten partisinin adı da Özgürlük İçin Parti.

Siz böyle bir partinin liderine faşist der misiniz?

O kadar mı şirazeden çıktınız? O kadar mı düşmanlık dolusunuz?

Ama gelin görün ki geçen hafta Türkiye’de ve Avrupa’daki tüm gazeteler, ondan, son AB Parlamentosu seçimlerinde büyük oy patlaması yapıp sandıktan ikinci sırada çıkan Hollandalı aşırı sağcı, faşist lider olarak bahsettiler.

Ve sonuna kadar haklıydılar.

Çünkü onun adı Geert Wilders...

Wilders’e faşist dendiğine bakıp aklınıza dazlak kafalı bir neo-Nazi ya da bir siyah takım elbiseli ağır abi gelmesin hemen.

Ne geldiyse başımıza bu önyargılarınızdan geldi zaten.

Beyaz yakalıdır, tıpkı ondan önce hareketin lideriyken öldürülen eşcinsel faşist lider Pim Fortuyn gibi çok şıktır Wilders.

Sarışın uzun bakımlı saçları vardır, yakışıklıdır. Tıpkı geçen yıl bir trafik kazasında ölen Avrupa’nın en seksi erkeği seçilmiş Haider gibi.

Gençtir, heyecanlıdır, filmler çeker. Fitne filmi küresel kriz çıkarmıştır. Sanatçı ruhludur. Tıpkı Avusturya’nın rapçi faşist lideri Heinz-Christian Strache gibi.

Avusturya’daki aşırı sağcı partinin adının da Özgürlük olması sadece bir tesadüf değildir zaten.

Eşcinsel bir Hollandalıysanız, Wilders sonuna kadar sizin evlilik hakkınızı savunur.

Ötenazi hakkını kullanmak isteyen bir Hollandalıysanız, Wilders sizin ölme hakkınızı da savunur.

Daha serbest ve daha çok çeşit uyuşturucu kullanmak isteyen bir Hollandalıysanız da Wilders ve partisi sizinle beraberdir.

Hollanda’da yaşayan bir Yahudi iseniz size ters bakan olursa, yanınızda, babası Nazilerden kaçmış bir Yahudi olan Wilders’i bulursunuz.

Düşüncenizden dolayı başınıza bir iş geldiyse, kendisini bir özgürlük savaşçısı olarak tanıtan Wilders sizin düşüncenizi ifade hakkınız için gerekirse ölür.

Liberteryandır Wilders. Onunla oturup Amsterdam’daki Leidseplein’da biranızı yudumlayabilir, Spinoza’dan konuşabilirsiniz

Ama sakın ona göçmen, üstüne üslük bir de Müslüman olduğunuzu söylemeyin.

Bir anda o sarışın, o sanatçı, o şık, o Amsterdam beyefendisi gider. Pazubandını takar, o özgürlükçü partinin lideri çizgisinden kayar.

Peki, şimdi bu liberteryan, bu hayvan hakları savunucusu, homofobi, anti-semitizm karşıtı, uyuşturucu kullanılmasını bile savunan özgürlükçü, katılımcı demokrat Wilders’e; sırf Müslümanlardan ve göçmenlerden nefret ettiği, onların Hollanda’da yaşama hakkına saygı duymadığı için faşist mi diyeceğiz?

Bunun, sosyalist, insan haklarından yana, 301’e, savaşa karşı, Kürt sorununda çözümü savunan, azınlık sorunlarına duyarlı Eğitim-Sen’e; sırf başörtülülerin başı örtülü olarak ÖSS’ye girmesine izin veren düzenlemeyi Danıştay’a götürüp iptal ettirdi diye faşist demekten ne farkı var?

Bu, “Acil Demokrasi” diye şarkı yazıp, parmakları ağrırcasına “peace” işareti yapıp sonra da “cumhurbaşkanının karısı türbanlı olmasın” demek için Cumhuriyet Mitinglerinde coşkulu konserler veren rock gruplarına faşist demek kadar haksız değil mi?

Bu, 12 Eylül işkencelerinden kafasında bit çıkmış, oturup darbe karşıtı kitap yazmış, solcu bir sinema oyuncusunun tüm bu mazisini unutup; sırf bugün darbe istediği için ondan faşist diye bahsetmek kadar ölçüyü kaçırmış olmak değil mi?

En iyisi siz politik doğruculuktan şaşırmayın, bir çam devirmeden, camiada namınızı kötüye çıkarmadan Avrupa’nın yeni mahsul beyaz faşistleri Wildersleri, Stracheleri unutun.

Zaman 12 Eylül 1980 saat: 03.59’da dursun.

Bırakın bizim faşistimiz yine siyah takım elbiseli, kavruk yüzlü, beyaz çoraplı, belinde kasaturalı o bıçkın delikanlı kalsın.

Onlar kalleşçe saldırsın. Biz faşizme karşı omuz omuza verelim. Hatta o faşistleri akıttıkları kanda boğalım.

Birbirimize faşist deyip ağzımızın tadını bozmaya ne gerek var.

Hem onların faşistlerinin bu seviyeye gelmesi için kaç yüzyıl geçti, değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder