21 Temmuz 2009 Salı

LEYLA İPEKÇİ

Örtünmeden örtünmek (2)

Rüyalardaki simgelerin rüyayı gören kimse açısından neyi temsil ettiğini anlayabilmek için rüyanın yorumlanması, yani tabir edilmesi gerekir. Tabir etmek; öte tarafa geçmek, nehri geçmek anlamına geliyor.

William Chittick’in Hayal Âlemleri adlı kitabında İbn Arabî’yi yorumlarken belirttiği gibi, dünya adı verilen ‘rüya’yı tabir etmek için gerçeğin ardındakine geçebilmek, onu keşfetmek gerek. ‘Simgelerle örtülü rüya’yı bir biçimde okuyarak yalınlaşmak, gerçeğe yaklaşmak istersek tabii.

Örtülü kadına erkeğin boyunduruğuna girmiş, kapatılmış, yok edilmiş, eksiltilmiş ikinci sınıf bir kadın olarak baktığımızda: Bir zaman dilimine ait siyasi veya ideolojik alana tüm evrensel bakış açımızı hapsetmiş oluyoruz.

Üzeri örtülü olan her gerçeklik, kendisinden ille daha az, ille daha eksik bir anlam ifade etmek zorunda değildir halbuki.

Kadını örtüsünün içine hapseden bakış, öncelikle onun iç özgürlüğünü hadım eden bir bakıştır bence. Kadının görünüşünü, erkeğin gözüne indirgeyerek onu bu dünyada kadavralaştırmış olursunuz.

Kadın örtüsünün içinde, örtü onun üzerinde diye tarif edilen ‘durum’ da aslında tam açıklamıyor gerçeği. Çünkü örtü kadının dışında, ondan bağımsız, mesela çantasında ya da kafasında veya üzerinde taşıdığı bir ‘şey’ değil.

Örtünmek bizzat bir varoluş hakikati. Örtülü kadın: Yalın bir niyetin dışavurumu, sonsuz teslimiyet ve güvenin yansıması olarak da okunabilir. Örtünmek bir emanet olur giderek. O’ndan kalp iradesiyle alınır, O’na iade edilir.

Uzay boşluğunda bir kadının örtüsüyle temsil ettiği değer, tabir gerektiriyordur artık. Onu ille ‘hararetli’ erkek bakışlarından korunmaya indirgemek, örtünmenin metafiziğinden uzaklaştırıyor bizi.

Mahalle veya erkek baskısından başka, sosyolojik parametrelerin ötesindeki anlamlarını keşfetmediğimiz sürece: Örtülü kadından geriye ‘ikinci sınıf’ bir nitelik kalıyor hep.

Örtülü sembollerin neyi temsil ettiğini keşfetmek; rüyasını tabir etmek isteyen kişi olmak değil midir biraz da? Örtülü olanın açılması, bazen, açık olanın örtülmesini gerektiriyor.

Sözgelimi ancak örtündüğü vakit erkekle kendini eşit hissettiğini söyleyen bir kadının ‘erkek dünya’da örtüsüyle neyi temsil ettiğine veya ‘rüya’sını nasıl tabir ettiğine yakından bakma çabası da bir çeşit ‘empati denemesi’ olabilir. Yargılamak için değil, anlamak için.

Örtünen kadın için örtüsü öz değil, kabuktur. Daryus Şayegan, örtülü olanın kaldırılması ve açık olanın örtülmesi arasında sürekli bir döngü oluştuğunu söylüyor. O halde örtünmenin somut olarak tanımlanması ve algılanması mümkün değildir:

“İşte bu durum, sırrın ortaya çıkış yönüdür. Çünkü sır, dizginlenemeyen ve özel bir tanımla sınırlanamayan bir olgudur.” Yaklaşma ve uzaklaşmayı, çekme ve itmeyi, gizleme ve açık etmeyi bir başka biçimde izlersiniz artık. Kadın ile erkek arasında olduğu gibi, insan ile kâinat arasında da sırrın varlığına delalet ediyordur zaten kabuk.

Örtünün önünde ve ardında kesintisiz olarak devam eden gerçeğin bölünmüş ve parçalanmış olmadığını fark etmişsek, dünyanın sırlı boyutları açılmaya başlar. Kabuklardan birini daha soyabiliriz artık.

Varoluşun boyutlarındaki sonsuz estetik bir kez görünür olduğunda, ‘içerisi’ ile ‘dışarısı’ arasında hiç kesintiye uğramadan süren o şeyin mahrem adını alan özgürlük olduğunu görürüz.

Ve bence mahremin her an var olması, insanı çerçevesiz, büsbütün ölçüsüz, kuralsız ve değersiz bırakan, vicdanını esir alan her şeyden kurtarmaya ve giderek özgürleştirmeye başlar. Bunu biraz açayım.

***

Mahrem ortadan kalktığında, içerisi ile dışarısı arasındaki denge bozuluyor. İnsana ait giz ortadan kalkıyor. Görünenin ardında hiçbir şey yokmuş gibi. Göz, kendi metaforundan, metafiziğinden kopuyor.

Mahrem olmadığında sır da ortadan kalkıyor. Ama gerçeğin örtülü kısmı, tabir edilmeyi bekleyen bir yüzü var. Onu keşfettiğimizde görüyoruz ki: Dünyayı her daim diri tutan sır, zamanların ve mekânların ötesinde devam ediyor.

Örnek vereyim. Suyu, ateşi, havayı bölüp parçalayamıyoruz. Ama onları kendi amaçlarımız doğrultusunda çerçeveleyebiliyoruz, farklı boyutlara, bambaşka biçimlere dönüştürebiliyoruz.

Çünkü onlardaki sır, farklı boylamlarda mevcudiyetini sürdürüyor. Mahrem de böyle hiç parçalanamayan bir şey işte. İnsanın vicdanını, iç ile dış arasında kendi özgürlüğünü koruyabildiği o yerde, milimetrik bir dengede tutuyor.

Mahrem, iç özgürlüğümüzün kimse tarafından ihlal edilemeyen sınırıdır bence. Bir tutam ölçüdür belki. Ölçü olmadan, hudut olmadan özgürlük başıboşluk anlamına geliyor sadece.

İşte örtünen kadının mahremle olan ilişkisi kadim dünyada olduğu gibi modern dünyada da bir özgürleşme ‘rüya’sı olarak tabir edilmeyi bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder