4 Mart 2009 Çarşamba

Finansta güvenli bir liman yok

Global kriz bir gerçeği daha açığa çıkardı: Finans dünyasında paranın güvenle emanet edilebileceği ne bir şirket ne de bir mali enstrüman bulunuyor. "Güvenli liman sözünün içini doldurmak artık mümkün değil."
Zaman gazetesinin dünkü haberine göre, ABD sigorta devi, American International Group (AIG), 2008 yılı faaliyetlerinde yaklaşık 100 milyar dolar zarar açıkladı. Haberde, Amerikan devleti tarafından üç kez kurtarılan şirketin tekrar kurtarılacağı ifade ediliyor. Malum, sigortacı, başkalarının riskini prim karşılığında devralır, böylece firmaların ve şahısların belli bir maliyet üstlenmek şartıyla büyük kayıplara uğramasına mani olur, sigortalıların istikrar içinde çalışmasını sağlar. Öte yandan, aktüerya denilen sigorta matematiği sayesinde, sigorta kurumu ödediği tazminattan daha fazla prim tahsilatı yapar, böylece uzun vadeli fonlar oluşturarak sermaye birikimine önemli katkıda bulunur. Ancak, bu kitabi bilgiler ve onu yazanlar AIG tarafından yalancı çıkarıldı. Çünkü, tarihin en büyük şirket zararına imza atan bu sigorta devinin meğer kendisi en büyük risk kaynağıymış.

Finansal ürünlerden tahviller, sabit getirili olarak deyimlendirilir. "Sabit getirili" ifadesi, bu enstrümanın getirisinin garanti olduğunu da ima eder. Global kriz çıktığından bu yana, borsalardan kaçan yatırımcılar şirket tahvillerine adeta hücum ettiler ve son bir yıl içinde tahvil piyasasına akan sermaye 250 milyar doları buldu. Ama, bu tahvilleri ihraç etmiş bulunan şirketlerin çoğu mali krize girdiler. Dolayısıyla, yatırımcının getiri bir yana, anaparası bile tehlikeye girdi. Sonuçta, teorinin sabit getirili dediği tahvilin de borsa yatırımı kadar genel ekonomik gidişattan etkilendiği belli oldu. Şimdilerde, uluslararası tahvil pazarının patlamaya hazırlanan son balon olduğu endişesi ekonomi çevrelerini sarıyor.

Avrupa Birliği'nin ekonomik kalkınmayı garanti altına aldığı genel kabul gören bir husustu. Bu karineye inanan Batı'nın büyük bankaları, birliğin yeni üyeleri olan Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya gibi eski Sovyet peyklerine büyük krediler açmanın parlak bir fikir olacağını zannettiler. Uluslararası şirketler de buralara muazzam yatırımlar yaptılar. Ama eskisiyle, yenisiyle Avrupa Birliği ülkeleri global krize girince, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri başlı başına bir kriz kaynağı oldu.

Uluslararası şirketler son 25-30 yılın popüler konularından biriydi. Böyle kuruluşların ulus-devletlerin yerini almakta olduğu ve dolayısıyla, uluslar-ötesi şirketler olarak adlandırılması gerektiği iddia edilir olmuştu. Hele bunlardan Yahudi sermayeli olanlara özel güçler atfedilir, haklarında hükümetleri yıktıkları, istedikleri ülkelerde karışıklıklar çıkarabildikleri filan gibi abartılı dedikodular üretilirdi. Fakat, dünyanın en büyük uluslararası bankalarından Yahudi sermayeli Lehman Brothers'ın paldır küldür iflas etmesi, arkasından yine Yahudi sermayeli Merrill Lynch'in kendisini Bank of America'ya acilen satarak batmaktan kurtulabilmesi bütün büyülerini bozuverdi. Ulus-devlete alternatif olarak gösterilen bu devler ancak devlet yardımıyla zar zor ayakta durabiliyor. Meğer hepsinin içi ne kadar kofmuş...!

Son yıllarda yıldızı parlayan Dubai, ancak Körfez ülkelerinden aldığı 15 milyar dolar borçla durumu idare edebiliyor. İnşaat şirketleri yaptıkları iş karşılığı olan tahsilatları devletten alamadıkları için binlerce işçiyi işten çıkardılar.

Global kriz ortamında bütün yatırım stratejileri de başarısız oldu. Mesela, zahmetsiz ve risksiz para kazanmanın en güzel yolu olarak lanse edilen ve iki döviz cinsi arasındaki faiz oranından yararlanma esasına dayanan "Carry trade" birçok yatırım uzmanı ve tasaarruf sahibine felaket getirdi. Çünkü, istikrarsızlaşan döviz piyasasında çapraz kurlar arasındaki hızlı ve yüksek oranlı değişim, faiz oranlarındaki farkı silip süpürdü.

Özetle, spekülatif faize dayalı finans sisteminde "güvenilir bir liman" olmadığı gerçeği alenen ortaya çıktı

Sami Uslu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder