17 Haziran 2009 Çarşamba

ABDÜLHAMİT BİLİCİ

İmtiyazlı ortaklık mı zor, teslis mi?

Bir Hıristiyan'la konuşmak istiyorsanız, yapacağınız en büyük yanlış teslis konusuna girmektir. İşin içinden çıkamazsınız. Çünkü Hıristiyan din alimleri bile bunun, anlaşılması zor, kabul gerektiren bir konu olduğunu söyler.
Aksini iddia eden varsa, Hıristiyan akidesiyle ilgili sorulara cevap vermeye çalışan bir internet sitesinin "Kutsal Kitap Üçlübirlik/Teslis hakkında ne öğretiyor?" sorusuna verdiği şu cevaba bakabilir: "Hıristiyanlıkta Üçlübirlik kavramının en zor kabul edilen tarafı, onu tatmin edici bir biçimde açıklamanın mümkün olmamasıdır. Üçlübirlik inancını tam anlamıyla kavrayabilen, hele hele tatmin edici bir biçimde açıklayabilen hiçbir insan yok. Tanrı bizden sonsuzlarca kat büyüktür. O yüzden, onu tam olarak anlayacağımızı bekleyemeyiz. Kutsal Kitap'ın öğretilerine göre, Baba Tanrı'dır, İsa Tanrı'dır ve Kutsal Ruh Tanrı'dır. Kutsal Kitap aynı zamanda tek bir tanrının var olduğunu öğretiyor. Her ne kadar Üçlübirliğin içindeki kişiliklerin arasındaki ilişkiler hakkında bazı şeyleri anlayabilsek de, sonuçta bu konu insan anlayışına kapalıdır. Ama bu, teslisin doğru olmadığı anlamına gelmez."

Almanya'da Hıristiyan Demokratların (CDU) önde gelen isimleri ile yediğimiz akşam yemeğinden sonra başlayan imtiyazlı ortaklık tartışması, bana bu teslis bahsini hatırlattı. Zira konuşma öyle içinden çıkılmaz hal aldı ki, teslisi konuşsak daha kolay anlardık diye düşünmeye başladım. Heyette yer alan İktisat Profesörü Mehmet Altan, tansiyonu düşürmek için CDU'nun seçimde savunduğu sosyal piyasa ekonomisinin kapitalizmden ne farkının olduğu sorusu imdada yetişmese kavga çıkacaktı.

"İmtiyazlı ortaklıktan kastınız nedir? Türkiye'ye tam üyelik yerine önerdiğiniz bu kavramla ilgili bize bir makale, bir yazı, bir dosya gösterebilir misiniz?" gibi en basit soruların bile anlaşılabilir cevapları yoktu. CDU'ya yakın çizgideki Konrad Adenauer Vakfı'nın 2 yıl Türkiye'de görev yapmış önemli isimlerinden Frank Spengler, CDU'nun Alman ve Türk kökenli milletvekilleri bu sorulara cevap veremiyordu.

Peş peşe söz alan yetkililer şunları söylüyordu: "Kavramın içini doldurmaya çalışıyoruz. İmtiyazlı ortaklık sonuç değil, süreci anlatıyor. Politikamız, mümkün olan en sıkı şekilde Türkiye'nin Avrupa'ya bağlanmasıdır. Türkiye'nin tek seçeneği var, müktesebatı üstlenmek. Ancak sorun, Türkiye'nin bu Avrupa standartlarını yerine getirip getiremeyeceği."

Yıllardır konuşulan ve Türk-Alman ilişkilerini ciddi yaralayan bir kavramın içinin bu kadar boş olması şaşırtıcıydı. "Türkiye'nin üyeliğine karşı mısınız?" sorusuna açıkça 'evet' demekten kaçınıyor, hatta CDU'nun da parçası olduğu Alman hükümetinin şu ana kadar müzakere sürecinde hiçbir olumsuz tavır takınmadığını söylüyorlar. Bunu duyunca, "Madem uygulamada tavrınız olumlu. O halde neden bu kadar Türkiye karşıtı görünüyorsunuz?" diye soruyor, ama makul bir cevap alamıyorsunuz.

Sakın, bu kavramla ilgili kafa karışıklığının biz Türklere ait bir anlayış kıtlığından kaynaklandığı sanılmasın. Nitekim Alman Dışişleri Bakanı ve Sosyal Demokratların lideri Frank-Walter Steinmeier ile konuşurken, iktidar ortağının savunduğu bu kavram hakkında onun düşüncesini sorduk. Cevabını Zaman'ın manşetinde okudunuz: "İmtiyazlı ortaklığın ne olduğunu ben de bilmiyorum."

Ancak yine de Almanlar gibi mühendislik dehasına sahip bir toplumda, milyonlarca destekçisi olan büyük bir partinin bu kadar belirsiz bir kavram üzerinden siyaset yapmasını anlamakta zorlanıyorum.

Akla gelen birkaç ihtimal var. Birincisi, Merkel, Türkiye'ye soğuk parti tabanı ile Türkiye'yi aynı anda idare etmeye çalışıyor. Bunun için Türkiye'ye ne 'evet' ne 'hayır' diyor. Bu gri alanı parti siyaseti için kullanıyor. İkinci ihtimal, ciddi bir iletişim sorunu. Yani CDU da aslında şartları yerine getirmesi halinde Türkiye'nin üyeliğine karşı değil, ama bunu anlatamıyor. Son seçenek ise şu: Almanya devlet politikası olarak Türkiye'nin AB içinde kendisiyle eşit konuma gelmesini istemiyor. Ama çıkarları gereği büsbütün karşısına da alamıyor. CDU'nun tavrı da bu ikircikli politikayı temsil ediyor. Hangi seçenek size daha mantıklı geliyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder