17 Haziran 2009 Çarşamba

CENGİZ ÇANDAR

TSK'nın 'modernleştirilmesi' gereği

İsrail ilk defa böyle bir atılım yaptı. Ancak yetersiz. Ben birleşik bir Filistin devletinden yanayım. Her ne kadar bu atılımın olumlu olduğunu düşünsem de, Filistinlilere geri dönüş hakkı tanımıyor. Filistinlilerin ekonomisi de İsrail’e bağımlı. Yine de Netanyahu bugüne kadar yapmadığı biçimde Filistin ve devlet kelimelerini aynı cümlede kullandı. Umarım bu açılımı bir sıçrama tahtası olarak kullanabilirler.”
Kim söylemiş bu sözleri?
Üzerinde Yazıyor: ‘Radikal Gazetesi yazarı Cengiz Çandar’.
Taraf gazetesinin dünkü üçüncü sayfasında ‘Netanyahu kimseyi memnun edemedi’ başlıklı haberin içinde bir kutuya yerleştirilmiş.
Ben böyle bir şey söylemedim. Taraf gazetesinden kimse benimle bu konuda görüşmedi. Zaten, beni zerre kadar tanıyanlar, dünyada asla yapmayacağım bir şey varsa, onun da Netanyahu gibilerini bir nebze bile olsa olumlamak olmayacağını bilirler.
Taraf gazetesi benimle görüşmeden, benim asla söylemediğim ve söylemeyeceğim sözleri benim ismimin altına nasıl yerleştirmişler bilmiyorum. Belki de başka birisi bunları söylemiştir, yanlışlıkla üzerine benim ismimi yerleştirmişler.
Ancak, ‘Belge’ haberini yayımladıkları günden beri Türkiye’nin gündemine damgasını vurmuş bir gazetenin bu tür hataları yapma lüksü yoktur. Dikkatli ve özenli olmalılar. Herkesten daha fazla. Haberlerinin doğruluğunu tartışılır hale asla sokmalılar. Zira cesaretle yayımladıkları haberler ülkede rejim tartışmasını açacak, demokrasi
yolunu döşeyecek kadar önemli.
***
Taraf gazetesinin dünkü sayısında doğruluğundan kuşku bulunmayacak ‘Genelkurmay’ın açıklaması güven sarsıcıdır’ başlığını taşıyan ve 16. sayfasının tümü. Doğruluğundan kuşku duyulamaz, çünkü emekli Askeri Yargıç Dr. Ümit Kardaş’la ‘asker-siyaset ilişkileri’ konusunda yapılan, Ümit Kardaş’ın söyleşiyi yapanla fotoğrafının da
yer aldığı bir söyleşi bu.
Başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere, medyamızın garnizon yazarları her fırsatta TSK’nın ‘demokrasi ve hukuk devletine bağlılığı’ndan dem vurmayı ihmal etmiyorlar. Ümit Kardaş ise bu konuda şöyle diyor:
“... TSK’nın demokrasi ve hukuk devletinden ne anladığı önemlidir. İçinde sürekli darbe yapma, muhtıra verme, andıçlama yapma heveslisi gruplar barındıran bir silahlı kurumun okullarındaki eğitimin nasıl demokratikleştirileceği hususu fevkalade önemlidir. Ancak aynı durumun hâkim ve savcıları, mülki amirleri, akademisyenleri, bürokratları yetiştiren sivil eğitim kurumları için de geçerli olduğu açıktır. Askeri müdahaleleri çıkar yol olarak gören ‘sivillerin’ eğitimi de bir o kadar önemlidir.”
Şu ‘Belge’ye ilişkin gelişmelerde Genelkurmay’ın aldığı tavır, ‘konunun yargıya intikal ettiği’ ve ‘soruşturma sonucunun beklenmesi gerektiği’ yolunda. Genelkurmay’ın ‘hukuk devletine bağlılığı’ tartışma götürmüyor ya, ‘hukuk devletine bağlılık’ ister istemez hukuki süreçlere bağlılık ile eş anlamda kullanılıyor. İlker Başbuğ’un Ertuğrul Özkök’e söylediklerinden bu açıkça anlaşılabiliyor.
Oysa Ümit Kardaş söylüyor ve soruyor: “Askeri savcılık kriminal inceleme yaptıracaktır. Belgenin gerçek olduğu ortaya çıkarsa askeri savcı kendi komutanının karargâhında soruşturmayı derinleştirebilecek midir? Sorumluluk Genelkurmay Başkanı’na ulaşırsa ne yapacaktır? Bir demokraside, bir hukuk devletinde demokrasiye ve anayasal düzene saldırı oluşturan eylemlere ilişkin iddialar böyle mi soruşturulur?”
Ümit Kardaş, haklı olarak “Askeri yargının sadece disiplin suçlarına bakar hale gelmesi gerekir. TSK’nın kendisine ait bir yargı alanı yaratması imtiyazına son verilmelidir” diyor.
Altını çizdiği nedenlerden ötürü, askeri yargı bünyesinde ‘hak ve hukuk’ aranmaz ve bulunmaz. Askeri yargıya güvenmeli miyiz? Kendi payıma ben güvenmiyorum. Bugüne dek hangi andıçın üzerine gidildi? ‘Failleri’ hakkında nasıl bir yaptırım uygulandı?
Kol kırıldı, yen içinde kaldı. O tür hukuksuzluklara her işaret edildiğinde ‘askeri yıpratmayalım’ korosu vakit geçirmeden sahne aldı. Oral Çalışlar’ın dün çok yerinde saptaması ile ‘Asker de demokrasiyi yıpratmasın’.
***
Son iki yıl içinde Ergenekon dalgalarının neredeyse her birinde ya emekli, ya da muvazzaf askerler hukuk dışı işlerle irtibatlı olarak ortaya çıkıyorlar. Aralarında sadece kendilerince durumdan vazife çıkaran astsubaylar ya da ‘vatan elden gidiyor’ gerekçesiyle iktidar peşinde koşan ‘halaskâr zabitan’ yok; kuvvet komutanlığı yapmış isimler bile var.
Bu tartışılmayacak derecede kesin olgu, TSK’nın esaslı biçimde elden geçirilmesini ve ‘modernleştirilmesi’ni zorunlu kılıyor. ‘Modernleştirme’ sadece en ileri teknolojideki silah sistemlerinin elde edilmesi anlamına gelmiyor. Zihniyetin ve yapının modernleştirilmesi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, asker içindeki ‘cuntalaşma eğilimleri’nden yana olmadığı biliniyor. Eline şu ara muazzam bir fırsat geçti. ‘Birinci Komutan’, TSK’nın her bakımdan ‘modernleşmesi’ yani gerçekten ‘demokrasi ve hukuk devletine bağlı’ bir kurum haline dönüştürülmesi için arkasına büyük bir ‘konsensüs’ almış durumda.
TSK, hiçbir gerekçenin ardına sığınmadan, siyasetten elini eteğini tümüyle çekmek zorundadır.
İlker Başbuğ gereğini yapmalıdır. Yapabilir.

1 yorum:

  1. TSK nın "tek tip" askerlikten daha önemli işleri varmış ama biz de işler önem sırasına göre olmuyor bir türlü :).

    YanıtlaSil