15 Haziran 2009 Pazartesi

ALİ BULAÇ

Mayınlı Araziler Yasası

İnsan Hakları Derneği'nin verilerine göre, 2002'den 2008 yılına kadar toplam 266 kişi mayınlara basarak ölmüş, 684 kişi yaralanmış veya sakatlanmıştır. Bu rakamlar mayınların bir önce temizlenmesinde "zaruret" olduğunu gösteriyor. Günlerce kamuoyunda tartışılıp Meclis'ten geçen yasa kimseyi tatmin etmedi, şimdi Cumhurbaşkanı Sayın Gül'ün önünde duruyor.

Yasaya bakıldığında, iş eninde sonunda söz konusu arazinin bir yabancı firmaya verilmesi sürecini öngörüyor. Bu da kaygıları arttıran bir noktadır. Burada iki önemli nokta var: Biri, mevcut yasalar ve hukuki mevzuat dahilinde bu işlemi yürütmek mümkünken, neden Suriye sınırındaki mayınları temizleme işi için ayrı bir yasa çıkartılıyor?

İkincisi Genelkurmay veya özel şirketler söz konusu mayınlı araziyi temizleyebilme imkânlarına sahip değiller mi ki, yeni bir ihale yasasıyla yabancı bir ülkeye ait şirket veya firmaya ihale ediliyor? Bu konuda hepimizin zihnini meşgul eden üç önemli açıklama yapıldı: a) 1956 yılında bu bölgeye ilk mayınları yerleştiren Kemal Güner ismindeki emekli bir asker mayınları temizleyebileceğini söylüyor. b) Elektronik ve savunma sanayii sektörlerinde faaliyet gösteren Türk firması Dünya Prestij Limited'in Genel Müdürü Ali İhsan Ulusoy 5 yıl önce tartışılan bölgede TSK'nın ihalesine girip bölgeyi mayınlardan temizlemek istediklerini belirtiyor: "510 kilometre uzunluğunda olan Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesinin ne kadar zaman alacağı tamamen bölgeyi temizleyecek olan firmanın kaç kişiyle bu işi gerçekleştireceğine bağlıdır. 200 kişilik uzman bir ekiple bu bölgeye girerseniz 8 ayda temizlersiniz. 4-5 kişilik küçük bir grupla girerseniz yıllar sürebilir." c) Kilis'te 38 dönümlük arazideki mayın temizleme ihalesini kazanan Alman Tauber firması Genel Müdürü Sıddık Özdemir ise 2008 yılında Mardin'de 216 dönümlük arazide 341 mayını 26 günde temizlediklerini söylüyor.

Başbakan, konuyla ilgili endişelerini dile getiren ve söz konusu yasayı eleştirenlere sert çıkarak "İsrail'i işin içine nereden kattınız?" diye soruyor. Şundan katıldı:

a) İsrail'in bu işle ilgilendiği kimsenin meçhulü değil. İsrail'in Ankara Büyükelçisi bunu gizleme ihtiyacını hissetmiyor. Ayrıca yasa tasarısının oylamaya sunulacağı gün, TBMM'ye ani bir baskın düzenledi, özellikle "muhalif CHP'li milletvekilleri"yle görüştü. b) Dünyada bu işi yaptığı bilinen belli başlı firmaların tamamının İsrail firması veya İsrail'le bağlantılı firmalar olduğuna ilişkin güvenilir bilgiler var. Yasalaştığı şekliyle prosedür takip edilecekse, yani son aşamada iş yabancı bir firmaya ihale edilme aşamasına gelirse, bu firmalardan biri ihaleyi alacaktır. c) Dahası NATO'ya bağlı NAMSA'nın dahi bu kapsamda ele alınabileceğini düşünenler var.

Bu yasayı eleştirenler endişelerinde haklıdır. Çünkü 380 metre genişliğinde, 510 km ve 44 yıllığına verilecek arazi üzerinde sözüm ona organik tarım yapacak ülke,

1) Suriye'yi kuzeyden kontrol edecektir; 2) Irak'ı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin tepesine dikilecektir; 3) İran'ı tepeden gözetleme imkânını elde edecektir; 4) Güneydoğu'da hassas konumda bulunan etnik yapımızın 44 sene boyunca ne yönde evrileceğini kestirmek güç değildir; 5) 44 sene bu toprağa yerleşecek olan İsrail bağlantılı bir firmayı buradan çıkartmak belki mümkün olmayacaktır. Bir bakmışsınız çocuklarımız ve torunlarımız "ikinci bir Filistin dramı"nı yaşamaya başlamıştır; 6) Stratejik değeri dışında bu toprağın kendisinin son derece verimli, altının da petrol ve doğalgaz yataklarıyla dolu olduğu iddia edilmektedir.

Hükümetin tabii ki iyi niyetinden şüphe etmiyoruz. Ama her ne olursa olsun, kamuoyu kaygılıdır. Dileğimiz Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu yasayı veto etmesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder