14 Haziran 2009 Pazar

ETYEN MAHÇUPYAN

Obama Avrupa’da konuşmalı

Obama’yı seçen Amerikan halkının ne denli bilinçli olduğu sorusu muhtemelen önümüzdeki dönemde sıkça sorulacak. Çünkü Obama’nın duruşu ve söylemi, günümüz Batı dünyasının hazmedebileceği demokratlığın epeyce üstünde bir anlayışı ifade ediyor. Tabii ki Obama ABD toplumunun yaşadığı değişimin sonucuydu... Ancak Bush’un çizgisinden giden bir alternatifin çok yanlış olacağı bilgisi muhtemelen çok daha belirleyici oldu. ABD halkı yeni başkanın zihniyetini el yordamıyla anlayıp onaylasa da, onun gerçekten nasıl bir dünya isteyeceği konusunda pek bilgili değildi.

Yüzümüzü Avrupa’ya çevirdiğimizde durum daha da vahim. Çünkü AB ülkelerinde sorun bilgisizlikten öte, otoriter zihniyete sarılmış, içe kapanmakta olan yığınların ortaya çıkmasıdır. Sarkozy ve Merkel de aynen Obama gibi birer sonuç... Ama Hollanda seçimlerinin gösterdiği üzere ideolojik muhafazakârlığın boyutları çok daha derine gidiyor. Avrupalıların yönetemeyecekleri bir gelecek karşısında yeniden faşizan eğilimlere göz kırptığı bir dönemdeyiz. Sorun açıkça ırkçı olanların yüzdesi değil, Avrupalıların hem kendilerini ‘liberal’, ‘özgürlükçü’ vs. sayıp, hem de ırkçılığın ima ettiği düzeni arzulamalarıdır.

Geçen yüzyılın dünyasında bu eğilimi geçici bir arıza olarak görmek mümkün olabilirdi. Ama bugün söz konusu trend, Avrupa’nın epeyce uzun bir süre için ancak ‘ikincil’ bir güç olabileceğini ima ediyor. Çünkü Obama’nın gördüğünü henüz hiçbir Avrupalı lider görebilmiş değil ve henüz hiçbir Avrupalı toplum Obama benzeri birini siyasete sokabilmiş de değil.

ABD Başkanı’nda ‘yeni’ olan ne? Birincisi dünyaya Amerikan normları açısından değil, evrensel ilkeler açısından bakması... Geleneksel ABD politikası haklar ve özgürlükler alanındaki tüm ‘doğru’ değerlerin birer Amerikan değeri olduğunu söyler ve başkalarını da bu değerlere davet ederdi. Ancak bu bakış iki zımni önermeyi de birlikte getirmekteydi. Birincisi ABD’yi ve onun normlarını eleştirilemez kılıyordu. İkincisi, doğru değerlere sahip olmak Amerika’ya ve Amerikalılara benzemeyi ifade ediyordu. Diğer bir deyişle ABD politikası epeyce pozitivist ve otoriter bir zihniyeti yansıtmaktaydı. Özgürlükleri savunduğu için kendini demokrat sanan, tarzının ne denli itici olduğunu ve demokratlığın tam aksini ima ettiğini görmezden gelen bir bakıştı bu... Bugün Avrupa hâlâ bu bakışın temsilcisi. AB üyeliğinin gerektirdiği kriterler aslında Avrupalıları hastalıklı bir ruh haline soktu. Gerçekten de eğer AB üyesi olmak isteniyorsa, doğal olarak AB normlarına uyum sağlamak gerekiyor. Ama Avrupalılar AB normlarının bizatihi Avrupalılık olduğunu sanıyorlar. Oysa zihniyet olarak ele alındığında bugün Avrupalıların AB normlarının ifade ettiği anlayışa uygun oldukları son derece şüpheli. İşte Obama’nın yeniliği de burada... Kahire’deki konuşmasında “ABD herkes için en iyisini bildiğini iddia etmez” derken bu mesajı veriyor ve uyulması gereken normları ABD ideallerinin üzerine çıkarıyordu. Böylece artık o normlar ışığında Amerika’yı da eleştirmek ve değiştirmek mümkün hale geliyor. Avrupa’nın henüz epeyce uzağında olan bir anlayış...

Obama’da yeni olan ikinci husus, değişimin herkes için geçerli olduğu ve dolayısıyla herkesin evrensel normlara yaklaştığı ölçüde ‘muhatap’ olabileceğidir. “Hamas’ın sorumlulukları var” diyebilen, şiddete son verdiği takdirde Hamas’la konuşulabileceğini söyleyen bir ABD başkanı var. Diğer bir deyişle herkese geçmiş performansının ötesine geçme hakkı tanıyan ve yeni olanı onlarla birlikte kurmaya hazır olduğunu beyan eden bir ABD başkanı... Nitekim aynı konuşmasında Obama bir başka kadim ‘rakiple’ ilgili olarak da şöyle demekteydi: “Soru İran’ın neye karşı olduğu değil, gelecekte ne inşa etmek istediğidir.” Barışçıl amaçla nükleer güce sahip olma hakkını da İran’a teslim eden Obama, geleceği tek başına inşa edemeyeceğini, evrensel normların da buna yeterli olmadığını, ‘birlikte’ davranmanın kritik öneme sahip olduğunu ve kendi tarzının da bu süreçte belirleyici olacağının farkında gözüküyor. İşte Avrupa’nın henüz anlamadığı bir nokta daha... Avrupa’daki göçmen politikasının çaresizliği ve engellenemeyen asimilasyon arzuları, kendi içinde bile ‘birlikteliğin’ becerilemediğini ortaya koyuyor.

Nihayet Obama’nın getirdiği bir yeni yaklaşımın aslında gerçekçiliğin gereği olduğunu da teslim etmek lazım. Küresel dünya hiçbir ülke veya ülke topluluğunun sorun çözmesine izin vermiyor. Dahası sorunları böyle çözeceklerini sananlar daha da büyük sorunlara imza atacak gözüküyorlar. Obama bunun farkında... Avrupa’da ise bu bilinçte olan hiçbir lider gözükmüyor. Belki de bu bilinçte olanların siyasette etkili olma şansları olmuyor...

Obama’nın Kahire konuşması Müslümanları muhatap almış gözüküyordu ama galiba asıl muhatap dünyanın gereklerini henüz kavramamış olan Batı dünyası ve özellikle Avrupa’ydı. Bu bağlamda Obama’nın “başını kapatmayı seçen bir kadının daha az eşit olduğu görüşünü reddediyorum” sözü, sahip olduğu bakışın doğal bir sonucuydu. Öte yandan Obama “eğitimi reddeden bir kadının eşitliği de reddettiğine inanıyorum” diyerek bir denge de kurdu. Ama muhafazakâr toplumdaki asıl eğitim talebinin zaten başörtülü kadınlardan geldiğini bildiğimiz Türkiye’de, Obama’nın sözü bir dengeyi değil daha da güçlenmiş bir özgürlükçü önermeyi ifade etti. Avrupa ise bu konuda da henüz düşünme sürecinin çok başlarında... Laikliğin ve modernliğe ait tüm hususların kendiliğinden ‘evrensel’ değerleri ifade etmediği, ancak demokrat bir zihniyet içinde ifade edilebildikleri oranda evrenselliğe yaklaştıkları anlaşılmış değil. Avrupa’nın değişmeye ve bunun için de özeleştiri geleneğine dönmeye ihtiyacı var. Belki de Obama’nın asıl gidip Avrupa’da konuşması gerekiyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder