17 Haziran 2009 Çarşamba

ŞAMİL TAYYAR

Namus elden gitti mi?

Görevini silahlı icra eden kuvvetlerimiz, ne hikmetse, bu temel görev gerecine ‘namus’ gözüyle bakar.

Hatırlarsınız, Kadıköy Bostancı’daki hücre evine yapılan baskın sırasında Emniyet Amiri Semih Balaban şehit düşmüş, telsizini teröriste kaptırdığı iddia edilmişti. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, 28 Nisan günü cenaze töreninde dedi ki: ‘Silah ve telsiz, Türk polisinin namusudur, telsizini teröriste kaptırmamıştır. Teröristin anons ettiği telsiz, kendine aittir.’

Ama işi bilen hiç kimse Cerrah’a inanmadı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 29 Nisan günü basın toplantısında, Poyrazköy’deki silahlarla ilgili açıklama yaparken, ‘Silah ordunun namusudur’ diyerek envanterde eksiklik olmadığını ifade etti.

İnanan birkaç kişi çıktı ama 14 Mayıs 2009 tarihli MKE raporu, bu cümleyi toprağa gömdü.

Ne oldu şimdi? Namus elden gitti mi?

Elbette, hayır. Ama icra ettiğimiz görevi kutsarken hızımızı alamayıp yanlışa ‘örtü’ yaparsak, haklı olarak, bu soruları sorarlar.

Maalesef, Ergenekon sürecinde birkaç kez aynı hataya düşüldüğünü ve ibret alınmadığı için tarihin tekerrür ettiğini üzülerek görüyoruz.

Allah aşkına, Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nin aynı zamanda Ergenekon sanığı emekli Yüzbaşı Fikret Emek hakkında sadece ‘askeri eşyayı gizlemek’ suçundan 1 yıl 8 ay 25 gün hapis cezası vermesi, ardından iyi hal gerekçesiyle hükmün açıklanmasını 5 yıl süreyle geri bırakmasını izah edebilir misiniz?

Efendim, (askeri) yargı bağımsızdır!

Öyle mi?

O zaman gelin, Genelkurmay’ın son andıçla ilgili önceki günkü açıklamasının 1. maddesini birlikte okuyalım: ‘...Genelkurmay Askeri Savcılığı’na konunun bütün boyutlarıyla soruşturması emri verilmiştir.’

3. maddeye de bakalım: ‘...Bugüne kadar bağımsız Askeri Yargı tarafından uygulanan hukuki süreçler de ortadadır.’

Emirle harekete geçen yargı, bağımsız olur mu?

Başbakan çıksa ve dese ki: ‘Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na konunun bütün boyutlarıyla soruşturması emri verilmiştir.’

Kıyamet kopmaz mı? Yargı ayağa kalkmaz mı? Cüppeleriyle boy göstermezler mi? Barolar havaya zıplamaz mı?

Cevapları benden iyi biliyorsunuz.

2. Ergenekon iddianamesinde durum daha da vahimdir. Soruşturma kapsamında ele geçirilen ‘gizli’ damgalı TSK antetli belgeler için Genelkurmay’ın yaptığı şu yoruma dikkat çekmek isterim: ‘...Sözkonusu belgelerin; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait belgelerin yazım teknikleri taklit edilerek veya bilgisayar teknikleriyle kurgulanarak oluşturulduğu...’

Yani, Genelkurmay, Ergenekon iddianamesine giren kurumla ilintili hiçbir belgeyi, tıpkı Poyrazköy’deki silahlar gibi üstlenmedi!

Telsize silah gibi ‘namus’ muamelesi çeken Celalettin Cerrah’a öykünürcesine, İlker Paşa da law silahından sonra eylem planını aynı muameleye tabi tutarsa, askeri savcılığın yürüttüğü soruşturmadan çıkacak sonuç tartışmaya açık hale gelir.

Yarın askeri savcılık takipsizlik verip şöyle derse kimse için şaşırtıcı olmaz: ‘...Sözkonusu belgenin, TSK’ne ait belgelerin yazım teknikleri taklit edilerek veya bilgisayar teknikleriyle kurgulandığı...’

Sizce kim inanır? Ergenekoncular hariç, kimse...

O nedenle; silaha, telsize, andıca, eylem planına ‘namusumuzdur’ diyerek kutsamak yanlıştır, bu yaklaşım yanlışa sahiplenme duygusunu güçlendirir. İlla da diyecekseniz, yine lafım yoktur, ama bilin ki, namus, namussuzlara göz açtırmayarak korunur.

Namussuzlara sahip çıkarak değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder