16 Haziran 2009 Salı

DENİZ GÖKÇE

İran'da neler olabilir?

12 Mayıs günü İran'da sonucu merakla beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. İlk resmi açıklamalar, Cumhurbaşkanı Ahmed-i Nejad'ın büyük çoğunlukla ikinci defa seçildiğini göstermekte. Ancak 1979 İran İslam Devrimi'nden beri ilk defa değişik içerikli bir seçim kampanyası yürütüldü. Amerika ve Avrupa'da ilgi ile karşılanan olgu ise, muhalefet lideri Mousavi'nin kampanya boyunca eşini yanından ayırmaması oldu.
Mousavi'nin eşi Zahra Rahnavard ressam ve heykeltıraş olması yanında, aynı zamanda da saygın bir siyasal bilimci. 1998-2006 yılları arasında İran Cumhurbaşkanı Mohammed Khatami'nin siyasal danışmanlığını yapmış. Devrimden sonra ilk kadın üniversite rektörü olarak, yalnızca kadınların yüksek öğrenim gördüğü Al-Zahra Üniversitesi'nde sekiz yıl görev yapmış. Uzun yıllardır da erkek-kadın eşitliği için mücadele etmiş. Seçim kampanyası boyunca tek başına veya eşiyle birlikte ülkeyi dolaşarak fiilen çalışmalara katılmış olması, İran'da bir ilk.
1981-1989 yılları arasında İran Başbakanlığı'nı yürüten Mousavi ressam, mimar, iyi bir ekonomist ve dürüstlüğü ile tanınan bir politikacı. Seçimi kazandığı takdirde İran İslam rejiminde bir dizi reform hareketi yapacağı ümit ediliyordu. Özellikle de kadınların bir dizi haklara kavuşması, çok korkulan 'ahlak polisi' uygulamasının hafiflemesi bekleniyordu. ABD ile görüşme taraftarı olması, dünya barışı için umut veriyordu. Mousavi'nin kazanması yeni bir devrim değil, izlenen rotada, oldukça barışçıl değişiklikler getirecekti. Sovyetler Birliği'nde görülen Gorbaçov benzeri bir değişiklik ABD ve Avrupa basınının ve de bundan etkilenen kamuoyunun 'wishful thinking' (arzuladığı gibi düşünmek) olayından başka bir şey değildi.
Seçimlerde yapıldığı ileri sürülen yanlışlıklar, Mousavi'ye ait oy pusulalarının az olduğu, dolayısıyla da taraftarlarının oy veremediği ve oy verilen mekanların yeterli süre açık kalmadığı iddialarından ileriye geçemedi. Seçimlerde Mousavi'yi destekleyen eski Cumhurbaşkanı Rafsancani'nin,'Seçim sandıklarında 50 bin müşahit görevlendirdik' sözleri, katılımın % 85'in üzerinde olması ve oy verme süresinin de 6 saat uzatılmış olması, bu iddiaların inanırlılığına gölge düşürmekte. 2000 yılında yapılan ABD Başkanlık seçimlerinde Florida'da karşılaşılan düzensizlikler düşünüldüğünde, ileri sürülen sebepler daha da önemsiz kılmakta.
Bilinen gerçek o ki, kırsal bölgeler, çalışanlar ve yoksullar Ahmed-i Nejad'ın Cumhurbaşkanı olmasını tercih etmekteler. Reform taraftarları ise, büyük şehirlerdeki seçmenlerle sınırlı kalmakta. 13 milyon nüfuslu Tahran'da dahi, ancak Kuzey bölgeler Mousavi'ye oy vermiş durumdalar.
İlk seçim sonuçları ilan edildiğinde Mousavi taraftarları hile yapıldığı iddiası ile sokağa döküldüler. Bu protestolar devam ettiği takdirde Ahmed-i Nejad'ın dış politikasındaki sert davranışın değişmeyeceğini düşünebiliriz. İçerideki muhalefete karşı çoğunluğu arkasına almak amacıyla uygulayacağı en kolay yol bir dış düşman yaratmak olacak, bu düşman da İsrail ve ABD olarak hazır!
ABD'nin veya İsrail'in İran'a herhangi bir şekilde müdahale etmesi, dünya siyasetindeki dengeler ve de özellikle dünya enerji kaynaklarının dağılımı ve kullanılması dengeleri düşünülürse olası gözükmüyor. İran petrol kaynaklarını kullanan ülkelerin sayısı ve gücü ve İran'ın coğraf” durumu ABD'nin elini kolunu bağlamaktadır. İran'ın Hürmüz Boğazı'nı da kapayabileceğini düşünürsek, ABD saldırısı halinde Çin'in petrol temin ettiği en önemli kaynak, hiç olmazsa bir süre için, devre dışında kalacaktır. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Körfez ülkelerinin petrol nakliyatında da önemli aksamalar meydana gelecektir. Bu durumda dünya petrol fiyatlarının olağanüstü artışı kaçınılmaz olacaktır, çünkü bu bölgeden yapılan petrol ikmali de durma noktasına gelecektir. Yalnızca Çin değil, ABD ekonomisi de bugünkü kriz döneminde bu duruma tahammül edemez.
İran'ın askeri gücü Irak ile karşılaştırılamayacak kadar kuvvetlidir. Irak'ta başarıya ulaşamayan, Afganistan ve Pakistan'da ne olacağını bilmeyen ABD'nin yeni bir cephe açması da, ilan edilen Obama doktrini çerçevesinde olası görünmemektedir. Belki hepsinden daha önemlisi de, Arap ülkelerinde mevcut Şii inancına sahip nüfusun tutumunun hesaba katılması mecburiyetidir. Türkiye de İran'a karşı sürdürdüğü dış politika hamlelerinde, ABD'nin İran'a müdahale edemeyeceğini çok iyi bilerek hareket etmektedir. Başbakan Erdoğan ve çevresinin olayı iyi analiz ettiğini ve bu sebeple de İran ile geniş kapsamlı enerji anlaşmalarını, ABD'nin protestolarına ve tehditlerine rağmen, gerçekleştirdiğini düşünmeliyiz.
İran'ın uyguladığı nükleer program konusunda, muhalifi ve iktidarı ile tam bir uyuşmanın varolduğunun bilinmesinde de fayda var. Bu sebepten nükleer çalışmaların barışçıl amaçlarla sınırlanması konusunda yapılacak görüşmeler, Başkan Barack Obama'nın Kahire konuşmasında ilan ettiği barış kavramı çerçevesinde, ancak ve derhal ABD'nin somut teklifleri ve hareketleriyle gerçeklik kazanabilecektir. Yoksa sözler boşlukta kalacak!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder