19 Ocak 2009 Pazartesi

Ergenekon’un ve seçimlerin anlamı

Belki de 1960 yılındaki darbeden bu yana en belirleyici günlerin içindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasındaki kaotik yeniden yapılanma döneminde ortaya çıktı ve rejimin konsolidasyonu da faşizmin Avrupa’ya damgasını vurduğu zaman aralığında oldu. Bu ‘talihli’ konjonktür, askerin siyaseti hem fiziksel hem de ideolojik olarak ablukaya alabilmesine olanak tanıdı. Modernlik görüntüsü altında toplumun çoğunluğunun siyasi açıdan etkisiz kılınabilmesi sayesinde hem ‘demokrasi’ olundu, hem de askerî vesayet rejimi iyice yerleşti. Öyle ki sistemin ilelebet bu şekilde gideceğine ve gitmesi gerektiğine dair bir inanç oluştu.

Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasının siyasi atmosferi çok partili hayatı ve manipüle edilmesi çok daha zor seçim süreçlerini ima ediyordu. Gelen özgürlükçü ortam ise o zamana dek bastırılmış olan toplumsal taleplerin, siyasi partiler aracılığıyla kamusal alana yansımasına neden olmaktaydı. Böylece uzun bir zamandan sonra ilk kez rejim ile toplum karşı karşıya geldi. İktidarda olan Demokrat Parti’nin kendi gücüne aşırı güvenmesi ve meşruiyeti zedeleyen tasarruflarda bulunması ise, askere darbe fırsatını verdi. 60 Darbesi Türkiye’de ‘cumhuriyetin’ ne demek olduğunu topluma göstermiş oldu...

Bundan sonrasında rejim askerî vesayetten her uzaklaştığında darbe girişimleri ile karşılaştık. Darbelerin yoldan çıkmış sivil iktidarları yola sokmak için yapıldığı stratejik bir yalandır. Çünkü darbeler gerçekte her zaman istenmeyen bir demokratikleşme ihtimalinin yaşanmasıyla birlikte ortaya çıkmış ve vesayet rejimini sağlamlaştırma yönünde işlev görmüştür. Askerin her darbeden sonra kendi isteğiyle iktidarı sivillere bırakması ise, asıl amacın bizzat yönetmek olmayıp, ülkenin kendi istediği gibi yönetilmesini sağlamak olduğunu ortaya koyar. Diğer bir deyişle askerî vesayet normal bir durum olarak sivil iktidar ve toplum tarafından kabul edildiği sürece, asker de ‘darbeci’ değildir. Ancak bu durumun kendisine karşı çıkıldığında, askerin içinden bir bölümü neredeyse bir refleks halinde darbe organizasyonlarına girişir.

Son elli yıl içinde birçok gerçekleşen ve gerçekleşemeyen darbe olmasına karşın, sistem daima vesayetçi modele geri dönebilmiştir. Çünkü rejim ‘merkez’ sağ ve sol adı altında bu rejimi kabullenen bir siyaset yelpazesini yeniden üretebilmiş ve toplum ise alternatif bir siyasi hareket çıkaramamıştır. Ancak bugün durum farklı... Çünkü AKP’nin ne denli demokrat veya reformcu olduğundan bağımsız olarak, bu partinin kimliği ve temsil yeteneği askerî vesayet rejiminin kalıpları içinde tutulabilmesini olanaksız kılıyor. Tam da bu nedenle AKP’nin iktidar olmasından bu yana, gazetecilerin sayabildiği en az altı darbe girişimi yaşanmış durumda. Dolayısıyla AKP’yi iktidardan indirmeye heveslenen bir darbenin başarılı olup olamayacağı ve darbecilerin başına ne geleceği, bu ülkenin gelecekteki rejimi açısından hayati önem taşıyor.

İşte Ergenekon dava sürecinin kritik önemi de burada. Bugün asıl siyaset bu dava etrafında yaşanıyor. Nitekim askerî vesayet yanlıları ve AKP iktidarının kategorik karşıtları, Ergenekon davasını küçümsemeye ve gayrı meşru kılmaya çalışıyorlar. Böylece toplumsal talepleri taşımaya istekli olan iktidara haddini bildirmek istiyorlar. Ancak bu davanın gidişatı belki de ülke tarihinde ilk kez sivil iktidarın askerden daha güçlü olduğu bir gerilim süreci içinde olduğumuzu göstermekte.

Bunu Ergenekon davası savcılarının sebatkârlığında ve geri adım atmamasında izliyoruz. Öte yandan askerin de alenen karşı koyma gücünün olmadığı açık. Son gözaltı operasyonunun ardından Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na yaptığı ziyaretin muhtemelen tek amacı, bundan sonrasında emrivaki altında kalmama isteğinin iletilmesi ve ordunun prestijinin elbirliğiyle korunması talebiydi. Bu gözaltına almalarda ordunun mahkemenin kararına hemen uymasının basit bir anlamı var: Anlaşılan askerin bu kişileri savunmasının getireceği zarar çok fazla. Muhtemelen böyle bir tercih durumunda ordunun iç dengeleri dahil olmak birçok açıdan sorun yaşanacak.

Kısacası bugün sivil iktidarla asker arasında bir uzlaşma yok... İktidarın attığı adımlar ve yargı içindeki bir grubun dizginlenemeyen hukuk arayışı karşısında, asker mecbur kaldığı için geri adım atmak durumunda kalıyor. Buna karşılık Başbakan’ın da ‘jest’ yapması ve en azından askerî kuruma devlet adına sahip çıkması bekleniyor. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez bir hükümet askerî vesayet rejiminin kabuğunu kırmış ve bunu hukuksal sürece intikal ettirmiş gözüküyor.

Kritik nokta ise tabii ki seçimler... Çünkü bu seçimler yerel yönetimlerle ilgili olmayacak. AKP iktidarının yüzde 45 civarında oy alarak konumunu tescil ettirmesi, askerî vesayetin sona ereceği yeni bir dönemin de başlangıcını ima edecek. Buna karşılık oyların yüzde 35’e inmesi, Türkiye’nin hâlâ ‘eski’ rejimden kurtulamadığının göstergesi olacak.

Etyen Mahçupyan 18.01.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder