3 Nisan 2009 Cuma

Müstahak olmak

İki yıl önceki genel seçimlerde AKP’nin oyunun yüzde 47’ye ulaşması birçoklarını şaşırtmış ve özellikle laik kesimin topluma yabancılaşmış olan kesitlerinde tedirginlik yaratmıştı. Oysa hem Türkiye’deki muhafazakârlık bir sekülerleşme ve bireyselleşme dinamiği içindeydi, hem de bu oy sadece AKP’nin geleneksel tabanından gelmemişti. Darbe havasının estiği, e-muhtıranın yayınlandığı, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının engellenmesi uğruna hukukun ayaklar altına alındığı bir süreçte, kendisine ‘liberal’, ‘demokrat’ veya ‘solcu’ diyen çok sayıda seçmen AKP’ye destek verdi. Bu destek bir yandan AKP’yi gayrımeşru yollardan çökertmeye çalışan devletçi zihniyete direnme adına, diğer yandan da iktidarın reform enerjisinin ayakta tutulması için verildi.

Sosyo kültürel açıdan laik, kentli ve eğitimli kesimden gelmekle birlikte AKP’ye oy verebilecek kitlenin potansiyel oranının kabaca yüzde 15’leri bulduğuna dair çeşitli veriler var. Tabii ki bu kendi içinde homojen bir grup değil, ama siyasette büyük bölünmelerin ortaya çıkması halinde ve özgürlüklerin tehdit altında olduğu durumlarda aynı siyasi doğrultuda birleşmeye de müsait. Söz konusu durum 2007 seçimlerinde gerçekleşti ve muhtemelen o 15 puanlık potansiyel oyun en az 10’u iktidar partisine gitti.

Ancak geçen haftaki yerel seçimlerde AKP bu desteği büyük ölçüde yitirdi. Bu sonucu sayılarla ifade etmek araştırmayı gerektiriyor olsa da sosyolojik gözlemler 15’lik potansiyelin en fazla beş puanlık kısmının AKP’ye verildiğini ima ediyor. Bu desteği sürdürenlerin bakışı bugün ülkenin ana çatışma ve siyaset ekseninin Ergenekon üzerinden tanımlanabileceği değerlendirmesini yapmalarıydı. Dolayısıyla önemli olan hükümetin gösterdiği adaylar veya ilerlemekte mütereddit kaldığı reform süreci değil, demokrasinin darbeci ve faşizan zihniyet karşısında güçlü tutulmasıydı.

Ne var ki bu yaklaşım tüm ‘liberal’, ‘demokrat’ ve ‘solcuları’ aynı ağırlıkla kuşatmıyor... Bazı ‘liberal’ ve ‘solcuların’ Ergenekon sürecinin AKP’ye yarar sağlamasından hareketle, ama söz konusu grubun tümünün Kürt meselesindeki AKP söyleminin içerdiği otoriter ton nedeniyle tedirginlikleri var. Başbakan’ın ‘tek devlet, tek millet’ türünden 1930’lu yılların Almanya’sında üretilmiş sloganları benimsemesi; kendi geldiği kesimin kimlikten kaynaklanan sorunlarını ve geçmişte Güneydoğu’da yaşananları unuturcasına, DTP’yi ‘kimlik siyaseti’ yapmakla suçlaması; TRT-6’yı sanki âlicenap bir hükümdarın Kürtlere verdiği bir lütuf gibi sunması; ve bütün bu tablonun arkasında haklı veya haksız olarak bir ‘egemen kimlik kibrinin’ algılanması, laik kesimin bir bölümünü ortada bıraktı. Eğer yaşanan bir genel seçim olsaydı, belki de yine de bu insanlar bağırlarına taş basıp AKP’ye oy vereceklerdi, ama olay yerel seçim olunca işin içine adayların kalibresi de girdi ve oylar diğer partilere dağıldı.

Ancak oylarını diğer partilere veren ‘liberal’, ‘demokrat’ ve ‘solcu’ kişilerin içinde bir uhde de kalmamış değildi. Çünkü kimse CHP’den umutlu olmadığı gibi, hemen herkes bu ülkenin AB yolunda gerçekleştirmesi gereken reformlar açısından AKP’ye bağımlı olduğunun farkındaydı. Hükümetin zayıflaması istenmeyen bir durumdu... Dolayısıyla eli varıp AKP’ye oy atmayanların vicdanlarında muhtemelen küçük bir tedirginlik kalmıştı. Ama şu anda o da kalmadı... AKP’ye oy verebilecekken vermemiş olan ‘liberal’, ‘demokrat’ ve ‘solcuların’ vicdanları artık rahat. Çünkü Cemil Çiçek tam da kendisine yakışan bir değerlendirme yaptı ve hem Kürtleri hem de siyaseti nasıl algıladığını parti sözcüsü olarak gayet açık bir biçimde ortaya koydu.

Çiçek herhangi biri değil... AKP’nin vazgeçemediği bakanlardan biri... AKP’nin iktidar olabilmek için kendisini bağımlı kıldığı kişilerden biri... Dolayısıyla Iğdır’da seçimi DTP’nin kazanması üzerine söylediklerine de önem vermek gerekiyor. Çiçek şöyle demiş: “Iğdır’ı aldılar...” Siyaseti birtakım kalelerin fethedilmesi olarak algılayan, Kürt kimliğinin taşıyıcılarını ise siyaseten öteki ve tehlikeli addeden yaklaşımın bir kez daha seslendirilmesine tanık oluyoruz. Anlaşılan Çiçek kendisini ve geldiği cenahı bu ülkenin ‘asıl’ sahibi sandığı için, kendisinden olmayanların herhangi bir yerde seçim kazanmasını da ‘vatan toprağı elden gidiyor’ diye değerlendiriyor. Oysa bu bakışın kendisi, zaten Çiçek gibi kişilerin bu ülkenin gerçek sahibi olamayacaklarının da kanıtı. Çünkü AKP’ye de nüfuz etmiş gözüken söz konusu ‘tür’, bu toprakların kültürel mirasını taşımaya müsait değil. Ancak bu mirası törpüleyerek, ganimet olarak savurarak, kültürü çoraklaştırarak ayakta kalabilen bir ‘tür’ bu...

Nitekim Çiçek cümlesini hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde şöyle kurmuş: “Iğdır’ı aldılar, yani Ermenistan sınırındalar.” Bunun anlamı Çiçek’in kafasındaki Türkiye sınırının DTP’nin kazanmış olduğu belediyeleri dışarıda bırakacak şekilde çizildiğidir. Bu kafa mı reformları yapacak? Bu kafayla mı AB yolunda ilerlenecek? DTP’nin kazanması “Türkiye’nin güvenlik açısından sorunlu bölgesine yardım olmaz”mış... Sanki on yıllar boyunca hiçbir güvenlik sorunu yokken bile oraya ‘güvenlik açısından sorunlu’ bölge muamelesi yapılmamış gibi... Sanki devlet kendi zihniyetindeki sorunlu güvenlik kaygısını o bölgeye yansıtıp binlerce köyü boşaltmamış, bir milyondan fazla insanı zorla yerinden etmemiş gibi.

Bu zihniyet, ayrımcılığın ve siyasete nüfuz etmiş olan açık veya gizli ırkçı eğilimlerin yaşayıp beslenmesi açısından uygun bir ortamın varlığına işaret etmekte. Çiçek herhangi biri değil... AKP hükümetinin sözcüsü... Eğer AKP’nin zihniyeti gerçekten buysa, daha büyük bir oy düşmesine de müstahak demektir.
Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder