3 Nisan 2009 Cuma

Şiddetsizlik

İnsanın “şiddeti” keşfetmesi hiç gerekmedi herhalde.

Doğal davranış biçimi olarak zaten içinde vardı.

Mağarasını ya da kadınını elinden almak için birisinin kafasına taşla vuran mağara adamından, atom bombası patlatarak yüz binlerce insanı öldüren toplumlara kadar “şiddet” varlığını hep aynı doğallıkla sürdürdü.

Şiddeti hiç aramadan kendi içimizde bulduk ama “şiddetsizliği” keşfetmemiz gerekti.

Onu bulmak ve hayata geçirmek için çok zorlandık.

Bugün adı Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu nedeniyle yeniden popüler olan Gandi, “şiddetsizliğin” çok etkili bir mücadele biçimi olduğunu anlatabilmek için çok uğraştı.

Belki geleneklerinden belki de dinlerinden dolayı Hintlilerin uygulayabildikleri “şiddetsizlik” politikası bilebildiğim kadarıyla başka yerlerde pek gözükmedi.

Hintliler bile bir zaman sonra yeniden “şiddete” döndüler.

İngilizleri ülkelerinden çıkardıktan sonra dinlerine göre gruplara ayrılıp birbirlerini öldürdüler, birbirleriyle savaştılar.

Ve, daha da korkuncu, şiddetsizliği keşfeden Gandi “vurularak” öldürüldü.

İnsanoğlunun doğasında şiddetin varolması politikayı da çok etkiledi elbette.

Bugün dahi en gelişmiş toplumlarda “savaş ve şiddet” yanlısı çok sayıda insan var.

“Barış” ise hâlâ kendine kolayından taraftar bulamıyor.

Düşünün ki ikisi de eski asker olan Mısır devlet başkanıyla, İsrail başbakanı, barış istediklerinde kendi soydaşları tarafından öldürüldüler.

Aslında garip bir çelişki bu.

Savaşta sıradan insanlar ölüyor.

“Barış” dendiğinde ise genellikle kurbanlar yöneticiler oluyor.

Sanki kalabalıklar ölmeye ve öldürmeye akmaya çalışıyorlar, önlerine onları durduracak bir “lider” çıktığında onu da parçalıyorlar.

Belki de bu yüzden “savaşçı” lider bulmak çok kolay da, “barışçı” olacak kadar cesur bir lider bulmak çok zor.

Bugün Türkiye’de de “açıkça” barış isteyebilecek çok fazla lider yok.

Ne Türklerin arasında, ne Kürtlerin arasında.

“Barıştan” söz ettiğinizde iki taraftan da öylesine benzer sözler duyuyorsunuz ki…

“Bunca bedeli boşuna mı ödedik, bu kadar kan boşuna mı aktı” diyor insanlar.

“Dökülen kanın” karşılığını istiyorlar.

Ne gariptir ki “barış” dökülen kanların “karşılığı” olarak onlara yetmiyor.

Bunu anlamak o kadar da zor değil.

Savaşın ve şiddetin bir sınırı yok, ölmeyi ve öldürmeyi göze aldıktan sonra yürüyüp gidebiliyorsun ama “barış” insanın kendini, arzularını, taleplerini sınırlaması anlamına geliyor.

“Düşmanla” bir ortak noktada buluşmak anlamına geliyor.

Bir savaşta, iki taraf da “barış” için taviz vermeye yanaşmadığında, anlaşma masasında verilecek her tavizi “dökülen kanlara” ihanet olarak gördüğünde, o barışa ulaşmak da zorlaşıyor.

Türkiye, Güneydoğu’da yirmi beş yıldır süren bir savaşın bütün acılarını ve öfkelerini taşıyor ruhunda.

Türkler de Kürtler de ölen çocuklarının cenazelerini seyrettiler televizyonlarında.

Bunları unutmaları kolay değil.

Ama kaybettiğimiz çocuklarımızı unutamadığımız için “unutulmayacak” yeni cenazeler olmasını mı istemeliyiz?

Çocuklarımız ölüme yürüyecek kadar yiğit, biz ihtiyarlar çocuklarımızı ölüme gönderecek kadar kalpsiziz, bunu anladık, bunu gördük, bunu öğrendik.

Artık bunu değiştirmek gerekmiyor mu?

Ankara Büromuzun verdiği habere göre, DTP lideri Ahmet Türk, Obama’yla yapacağı görüşmede “PKK’nın silah bırakabileceğini” söyleyip, bunun şartlarının yerine getirilmesi için yardımcı olmasını isteyecekmiş.

Şartları belli.

“Kürtlere anayasal güvence” ve PKK’lılara af.

Bunlar olmayacak şeyler mi?

Bu iki isteğin de konuşulabileceğine ve bir formülünün bulunabileceğine inanıyorum doğrusu.

Şiddete yatkın bir toplumuz, bunu hepimiz biliyoruz, bizden şiddetsizliği keşfedecek bir lider kolay kolay çıkmaz.

Ama artık yıl 2009.

Amerika’nın başında “siyah” bir lider var.

Amerika’nın başına siyah bir başkanın geçmesi daha on yıl öncesine kadar sadece bir “fanteziydi”, bugün ise bir gerçek.

Olmaz denen çok şey oluyor artık.

Hayat, hepimizin sandığından daha süratli bir şekilde biçim değiştiriyor, bazen o kadar süratli yapıyor ki bunu, değiştiğini bile fark etmekte zorlanıyoruz.

Ama değişiyor işte.

Biz niye değişmeyelim?

Yakında bir Kürt konferansı toplanacak, anlaşılıyor ki artık Kürtlerin somut, net, açık önerileri bulunuyor.

Somut her öneri konuşulabilir.

Hele de konuşmak insanları ölümden kurtaracaksa ve bir toplumu barışa kavuşturacaksa…

Barış yapmak zor biliyorum ama barışın ödülü her zaman daha büyük.

Artık bizim için de “şiddetsizliği” keşfetmenin zamanı geldi.

Ve, bunu keşfedebilmemiz için hayat bize yardım ediyor.

Bence bunun kıymetini bilmeli.
Ahmet Altan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder