15 Şubat 2009 Pazar

Referanduma doğru

Yerel yönetimlerin sorunlarını tartışmak açısından Türkiye belki de en kısır seçimlerden birine gidiyor. Hiçbir partinin veya adayın böyle bir enerjisi yok. Kentleşmeye, imar durumuna, altyapıya, sağlığa veya depreme yönelik neredeyse hiç proje ya da düşünülmüş öneri görülmüyor. Ancak anlaşılan toplumun da kulağı bu tür konulara açık değil. En azından medyanın yerel yönetim sorunlarına karşı ilgisiz olduğunu, adaylara yönelik tanıtım, sorgulama ve değerlendirmelerin ilginç bulunmadığını söylemek mümkün.

Bu anlaşılır bir durum... Çünkü ülke cumhuriyet rejiminin başından bu yana belki de en kritik dönemecin içinde ve burada alınacak yön gelecek açısından öylesine belirleyici ki, kimsenin yerel yönetim meselelerine bakacak hali yok. Hatta bu seçimlerin çok partili hüviyetini de kaybettiğini ve bir AKP referandumuna dönüştüğünü söylemek mümkün. Söz konusu durumun en önemli etkeni ise tabii ki Ergenekon davası. Çünkü bu dava hukuk dışına çıkmış, cinayetlere kadar varan suçlar işlemiş bir ağın tespitinden ve cezalandırılmasından öteye gidiyor. Bu dava doğrudan askeri vesayet rejiminin de geleceğini etkiliyor ve bu nedenle de Türkiye’de hak ve özgürlükleri temel alan bir demokrasi anlayışının ne derece geçerli olabileceğine ışık tutuyor. Bu açıdan ele alındığında Ergenekon davasının seyri, AB ile ilişkilerin ve yapılması gereken reformların da hızını ve yönünü belirleyecek öneme haiz.

Nitekim kamuoyu anketleri AKP seçmeninin ezici bir çoğunlukla bu davayı desteklediğini göstermekte. Devletin çeteleşme eğiliminin ortadan kaldırılmasıyla yeni bir dönemin açılacağı umuluyor ve AKP bu yeni dönemin tek olası taşıyıcısı olarak görülüyor. Böylece ‘AKP diğerlerine karşı’ türünden bir ikili tercihe sıkışmış olarak yerel yönetim seçimlerine gidiyoruz. Bu arada ortaya çıkan Gazze gündeminin önemi de buradaydı... Erdoğan’ın Peres’e verdiği tepkinin önceden düşünülmüş olup olmadığı soruları da bu nedenle soruldu. Çünkü açıktır ki, bu olay AKP’nin prestijinin önemli ölçüde artmasına ve seçim öncesinde seçmen psikolojisini yakalamasına yol açtı.

Olaydan hemen sonra Metropoll şirketi tarafından yapılan ve yüzde 3 hata payı sınırında olan bir telefon anketi, Erdoğan’ın konuşmalarını ve hükümetin politikasını onaylayanların oranının yüzde 81,5 olduğunu göstermekteydi. Toplantının terk edilmesi yüzde 78,5 ile desteklenirken, Başbakan’ın genel olarak üslubu ve tarzı da kabaca yüzde 74 onay almaktaydı. Bunların çok da hayalci ve yüzeysel yanıtlar olduğunu düşünmemekte yarar var. Çünkü Erdoğan’ın üslubunun Yahudi düşmanlığını veya İsrail ile ilişkileri nasıl etkilediği sorulduğunda yaklaşık yüzde 40’lık bir kesim, yapılanın muhtemel olumsuz sonuçlarına dikkat çekmekten geri durmamıştı.

Dolayısıyla Davos sonrasında AKP’nin manevi bir üstünlük sağladığı ortada. Ancak daha önemlisi bu olayın bir trendi de tersine çevirmesi. Henüz bir hafta önce rutin olarak yapılmış olan Metropoll anketi ile Davos sonrası karşılaştırıldığında Erdoğan’ın kişisel olarak ‘beğenilme’ yüzdesinin 10-15 puan arttığı ve Aralık 2007 seviyesine çıktığı gözüküyor.

Öte yandan Metropoll anketlerinin zaman içinde sıralanması çok daha önemli bir bilgi sunmakta... Nisan 08, Haziran 08, Eylül 08, Kasım 08, Ocak 09 ve Davos sonrası olarak dizildiğinde AKP oylarının seyri şöyle: 50 – 40,5 – 51 – 32,5 – 39 – 49,5. Diğer bir deyişle bu parti şu anda en yüksek oy potansiyeli noktasını yeniden yakalamış gözüküyor. Üstelik bu oranlar kararsızların dağıtılmasından önceki hali yansıtmakta ve kararsız oylarının seyri de son derece ilginç bir ilave bilgi vermekte... Aynı zaman çizelgesini veri aldığımızda kararsız oyları şöyle olmuş: 23,5 – 30,5 – 25,5 – 40 – 28,5 – 30. İlk gözlem AKP oyları ile kararsızların ters yönde olmasıdır. Yani kararsızlık farklı partiler arasında olmaktan ziyade, AKP’ye oy verip vermemek arasındadır. Nitekim AKP ile kararsız oyları toplandığında nispeten istikrarlı bir düzey çıkmaktadır. Ancak bu düzey de Davos sonrasında yerinden oynamış ve AKP+kararsız oylar en üst seviyesine çıkmış gözüküyor. Bunun anlamı CHP ve MHP’nin çekirdek oylarında AKP veya kararsızlara kayma yaşanmasıdır. Gerçekten de Davos sonrasında her iki parti (CHP 11,5 ve MHP 5,3 ile) son yılın en düşük destek oranlarına yaklaşmış durumdalar.

Aylık Metropoll anketlerinin sıralanması muhalefetin ne denli paralize olduğunu da açıkça gösteriyor. Ana muhalefet olan CHP oyları tüm dönem içinde yüzde 10 ila 15 arasında sıkışmış durumda. MHP ise, son düşüşü dikkate almazsak, yüzde 7-8 arasında. Görünen o ki bu iki parti kendi yaptıklarıyla değil, AKP’nin hataları sayesinde oy kazanıyorlar, ama AKP’nin puan getirici tutumları karşısında da aynı süratle oy kaybediyorlar.

Kısacası referandum tespiti oy verme eğilimleri ile de desteklenmekte. Seçmen partiler arasında değil, neredeyse iki farklı rejim arasında tercih yapmak durumunda. Bunun abartılı bir yorum olduğu söylenebilir... Çünkü gerçekten de AKP’nin demokrasi yönünde gitme iradesinin karineleri yetersiz ve faydacı bir pragmatizm galebe çalabilir. Ama alternatifin ne olduğu belli ve seçmen de o alternatifi istemediği ölçüde AKP’ye destek verecek.

Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder